Ben siyasilerin uzatılan her mikrofona konuşmasını, yöneltilen her soruyu -ki gün boyunca en az birkaç kez muhabirlerle yolları kesişiyor- yanıtlamak ihtiyacı duymasını, sözün ağırlığının erozyona uğraması olarak görürüm.
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ da son zamanlarda bu kulvarda epey mesafe aldı.
Ancak... Bozdağ geçen perşembe günü SABAH'ın tek ciddi rakibini hedef alan çıkışında veya eleştirisinde pek de haksız değil.
Çünkü bir insanlık trajedisinde, rahat rahat insanlık suçu kapsamına giren bir kimyasal katliamda, kamuoyu oluşturmakta lokomotif işlevi gören iki gazeteden biri dokuz sütuna manşet atarken, öbürü sayfanın eteklerinde kamufle ediyorsa, ortada ciddi bir sorun var demektir.
Ya manşete çeken olayı abartıyor.
Ya gizleyen veya katliamın boyutlarını kavrayamayan, "Metal yorgunluğu" dediğimiz bir mesleki hastalığın pençesinde kıvranıyor.
Şam'ın banliyösündeki katliamı sadece Türk değil, dünya basınında da manşetten duyuran tek SABAH olmadığına göre, bizim açımızdan bir sorun yok. Ne mesleki, ne de vicdani.
O zaman kusuru tek ciddi rakibimizde aramak gerekiyor.
Ben rakibimizin yazı işlerindeki ve dış haberler servisindeki kadroların bir önyargı, bir art niyet, bir fikr-i sabit ile akıl tutulmasına uğradıklarını sanmıyorum.
Bence o gazetenin sorunu başka:
Mesleki reflekslerin aşınması. Erken uyarı sisteminin dumura uğraması.
Zaten ilk gün katliamı küçücük görüp, ertesi gün katliam kurbanlarından insan öyküleri çıkarmaya çalışmak ve o hikâyeleri manşete çekmek, "Atropi"nin açık itirafı değil mi?
Bu sorunun elbette yığınla nedeni var.
Örneğin, iç dengeleri koruma-kollama kaygılarının birinci plana çıkması sonucu "Ürün" ile yeterince ilgilenilememesi gibi.