Ona geçen hafta, güneşin sabah yağmurunu buhara dönüştürdüğü bir öğleden sonra rastladım. Washington'un en lüks kafe-restoranlarından birinde...
Başkan Obama ile Başbakan Erdoğan'ın Beyaz Saray'ın Gül Bahçesi'nde düzenledikleri ortak basın toplantısından çıktım. Hazine Bakanlığı ve Bank of Amerika binalarının karşısındaki kaldırıma geçtim. Dilim kurumuştu. Önüme çıkan kafe-restoranın mönüsüne baktım. Sonra nedense vazgeçtim.
Tam yürümeye başlarken arkamdan biri seslendi: "Buyurun... Gelin, biraz memleketten konuşalım."
Döndüm. Kafede bir masada tek başına içkisini yudumlayan bir kadın. Davetini tekrarladı. Gittim, karşısına oturdum.
"Ben İdil" dedi, "İdil Özer. İşkadınıyım."
-Sakıncası yoksa, ne iş yaptığınızı öğrenebilir miyim?
-Devlet başkanlarına, başbakanlara, hükümetlere, işadamlarına özel uçak satan bir firmanın başkan yardımcısıyım.
Kartını çıkarıp uzattı: "New United Goderich Inc." yazıyordu kartvizitte şirketin adı olarak. Ve de İdil Özer'in unvanı: "Avrupa, Ortadoğu, Asya, Afrika ve Türkiye'den sorumlu başkan yardımcısı."
"Yol yorgunuyum" dedi, "Dün gece Çin'den döndüm. Daha kötüsü, haftaya yine Çin'e gideceğim."
Konu konuyu açtı. Dulmuş. Eşinden boşanmış. "17 ve 12 yaşlarında iki oğlum var" dedi.
Derin göğüs dekoltesine çaktırmadan göz atarak, "Çocuk gelinlerdensiniz herhalde" dedim.
Şuh bir kahkaha patlattı: "Ah siz erkekler. Bu tür laflar etmeyi ne kadar da iyi beceriyorsunuz. Hayır canım, 45 yaşındayım. Büyük oğlumu 28 yaşında doğurdum."
***
"Nerede bir Türk veya Türk bayrağı görsem heyecanlanıyorum" diye konuştu. Bir anısını aktardı:
"ABD'deki öğrencilik yıllarım sırasında bir ara yolum Houston'a düştü. Baktım, bir otelde Türk bayrağı dalgalanıyor. Resepsiyona 'Türkiye'den kim var burada' diye sordum. Başbakan kalıyormuş. Yani, rahmetli Özal. Resepsiyon görevlisinin ağzından girip burnundan çıktım. Dayanamadı, 'Şu an aşağıda spor yapıyor' diye fısıldadı. İndim. Salonun kapısındaki güvenliğe, 'Ben Özal'ın yeğeniyim' dedim. İçeri girip çıktı, 'Amcanız sizi bekliyor' dedi. İçeri girdim. Özal 'Gel bakalım yeğen' dedi gülerek. Kendimi tanıttım. Biraz sohbet ettik. Ona o sıralar ABD'de bile çok yeni olan interneti anlattım. 'Neymiş o' dedi, 'Bana bir dosya hazırlayıp gönder.' Gönderdim. Aradan bir zaman geçti. Beni aradı. New York'ta olduğunu söyledi. Türk-Amerikan İş Konseyi toplantısına gelmiş. New York'a koştum tabii. Toplantının yapıldığı salona girerken, kürsüden gülerek 'Aaa yeğenim gelmiş!' diye el salladı."
***
Sohbet daha sonra güncel konulara kaydı.
"Biliyor musunuz" dedi, "Sosyal demokrat bir aileden geliyorum ama bu hükümeti takdir ediyorum." Ekledi:
"En çok takdir ettiğim yanı da şu. Bundan önceki hükümetler döneminde ne zaman bir özel uçak ihalesine girsek, yetkililer 'Bizim komisyonumuz ne olacak' derlerdi. Yani açıkça rüşvet isterlerdi. Bizim şirket bu konuda temizliğiyle, dürüstlüğüyle ünlüdür. Beş kuruş vermezdik. Ve ihale öncesinde dosyalarımız, zarflarımız yırtılırdı.
Bu hükümet döneminde de onca uçak teklifi yaptık, o kadar ihaleye girdik, bir günden bir güne hiçbir bakan, hiçbir yetkili değil açıkça, ima yoluyla bile rüşvet istemedi. THY yönetimi de buna dahil. Kimi ihaleyi kazandık, kimini kaybettik. Ama hiçbirinde, inanın hiçbirinde hiç kimse bizden ne komisyon istedi, ne çıkar talep etti. Asla!"
***
Sohbetimiz neredeyse iki saati bulmuştu. "Kalkalım mı" dedi. Kalktık. Yanaklarımıza karşılıklı birer öpücük kondurduk. Ayrıldık. O şirketin Chicago'daki merkezine gitmek üzere havaalanı yoluna yöneldi. Ben de otelime.
Uzaklaşırken dönüp seslendi: "Arada bir haberleşelim olur mu?" Başımı salladım...