Deniz ülkesi / 2
Dün Amerikalı ozan ve öykücü Edgar Allan Poe'nun büyüleyici şiiri "Annabel Lee"den bir alıntıyla ("seneler, seneler evveldi; / Bir deniz ülkesinde / Yaşayan bir...) Bodrum'da ilk tatilimi yazmaya başladım.
Daha doğrusu Bodrum'un 3 deniz mili açığındaki adada.
Karaada'ydı orası...
***
Okuyanlar hatırlayacak; adada ilk gecemi plajda uyuyakalarak geçirdiğimi, gözlerime vuran sabah güneşiyle uyandığımı anlattım.
Kahvaltı masasında çayımı yudumlarken pansiyoncu bağırdı: "Geliyorlar..."
Başımı denize doğru çevirdim.
En az on tekne.
Hepsi de lebalep yolcu veya tatilci dolu. "Korkma" dedi pansiyoncu, "Bunlar günübirlikçiler, saat 17'de kalkan son tekneyle birlikte hepsi dönmüş olur..."
O on tekneyi gün boyunca en az yüz tekne izledi.
Adanın muhteşem plajı gelenlerin hiçbirinin umurunda değildi; hepsi de bir yere yöneliyorlardı: Çamuruyla ün salan mağaraya.
Kleopatra'nın güzelliğini o çamura borçlu olduğu söylenirdi. Maşallah; Mısır kraliçesinin Bodrum ve çevresinde gezmediği yer kalmamış. Tabii Tarsus taraflarında da... Neyse...
Gerçekten saat 17'de kalkan son motorla son işgalciler de Bodrum'a döndü ve pansiyoncu aile ile ben adamızda baş başa kaldık.
O gece de plajda uyudum yıldızları sayarak.
Sabah yine yüzüme vuran güneş ışıklarıyla uyandım.
Ve günübirlikçilerin işgali başlamadan kendimi adanın öte tarafına attım: Aman tanrım, neredeyse balta girmemiş çam ve zeytin ormanı... İnsan ayağı basmamış plajlar... Yılkı eşekleri...
Ve tepede eski Yunan uygarlığının kalıntıları. (Not: O dönemde Karaada, "Arkanessos" diye bilinirmiş.)
"
Denizin en gök yeri"nde yüzdüm.
Bu deyimi bilir misiniz? Bodrum ağzıdır.
Denizin gökyüzü kadar sonsuz derinlikteki yeri anlamına gelir.
***
Bir hafta sonra ayrılırken sadece gözüm değil, aklım da adada kaldı. Ertesi yazı iple çektim.
Ertesi yaz temmuz başında yine Karaada'daydım.
Bir sonraki yaz da. Bir sonrakinde de...
1971, 1972, 1973, 1974, 1975 yazları Robinson Crusoe gibi haftalar geçirdim.
Geldik 1976 yazına. 1 Temmuz'da evlendim. Balayı için nereyi seçtim?
Elbette Karaada'yı.
Gittik. Akşam oldu. Yemeğimizi yerken karşı yakadan, Bodrum tarafından "Cistak... Cistak..." diye yeri göğü inleten diskotek gürültüsü yükselmesin mi?
Eşim, "Orada millet eğleniyor, burada biz şeytan kovalıyoruz. Yarından tezi yok Bodrum'a geçeceğiz" demez mi?
Geçtik tabii.
Ve o günden sonra Karaada'yı bir daha görmek nasip olmadı.
***
Tüm bunları bir haber çağrıştırdı.
Karaada'yı bir girişimci 99 yıllığına kiralamış.
Pansiyonuyla, restoranıyla, plajıyla ve tabii güzellik çamuru üreten mağarasıyla.
Hayırlı olsun. "Acaba 1976'dan bu yana bir değişiklik var mı" diye merak ettim, Karaada'nın son fotoğraflarına baktım. Kumdan inşa edilmiş odalar elden geçirilmiş, pansiyon iyi bir motele dönüştürülmüş, tek değişiklik bu.
İç çektim, Edgar Allan Poe'nun dizelerini -birazcık tahrif ederekmırıldandım: "Seneler, seneler evveldi; /Bir deniz ülkesinde / Yaşayan bir genç vardı, bileceksiniz..."