Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff hakkında üst üste iki gün yazacağım aklıma bile gelmezdi. Ama başıma geldi.
Okuyanlar bilir; dün Wulff'un Milano'da üniversiteli gençlere hitaben yaptığı konuşmada, Türkiye'nin AB üyeliği perspektifine destek verirken dayandığı gerekçeyi eleştirmiştim.
O yazının mürekkebi kurumadan istifa haberi geldi...
***
Wulff'u istifa etmek zorunda bırakan suçlama Türk hukuk sisteminde "Nüfuz ticareti", "Nüfuz suiistimali" veya "Görevi kötüye kullanmak" diye ifade ediliyor.
Ancak
Batı hukuk sisteminde bu suç için kullanılan terim biraz farklı: "Prevarication". Bu terim, "Görevin gerektirdiği etik zorunluluklara uymamak" anlamına geliyor. Bunu, "Üstlendiği görevin ahlaki koşullarını çiğnemek" diye de ifade edebiliriz.
Gerçekten,
Wulff'u istifaya götüren iddiada somut suç unsurları yok.
Ne yapmış? Aşağı Saksonya Eyaleti Başbakanı olduğu dönemde (2007-2009 yılları arası) bir konut satın alabilmek için çok yakın dost olduğu bir işadamından "Son derece elverişli koşullarla" 500 bin avro borç almış. "Elverişli koşullar" ile borcun faizinin piyasaya göre çok daha düşük olması kastediliyor. Bu "Nüfuz ticareti"ne giriyor. Ayrıca yine o işadamı ve eşiyle ailecek yurt dışına tatile gitmiş. Bu da biraz rüşvet kokuyor ama ispatı zor.
***
Wulff'u aslında bu iddialar değil, "Yalanlar"ı koltuğundan etti. Çünkü uzunca bir süre, hem torpilli borç, hem de bedava yurtdışı tatili iddialarını reddetti.
Sonunda Almanya'nın en çok satan gazetesi "Bild"in başlattığı "Araştırmacı gazetecilik" ürünü haber kampanyasına etkin mi etkin "Der Spiegel" dergisi de omuz verince, Wulff'un ayakları altındaki zemin kaymaya başladı.
Wulff'un "Bild"in Genel Yayın Yönetmeni Kai Diekmann'ı telefonla arayıp tehdit etmesi, işin tuzu-biberi oldu.
Çünkü bu tehdit Diekmann'ı daha da biledi ve yayınlarını sistemli bir kampanyaya dönüştürdü.
Almanya'da "Bild"e rağmen ayakta kalmak kolay değil.
"Bild"in yayıncısı "Springer" grubuna rağmen hiç değil.
Hele hele bunlara "Der Spiegel" katılırsa hiç mi hiç değil.
Wulff olayından iki sonuç çıkarabiliriz:
1- Avrupa'da, özellikle Güney Avrupa'da (Akdeniz ülkeleri) nüfuz ticareti, görevi kötüye kullanma, hatta rüşvet iddialarıyla karşılaşan siyasetçiler, belki paçayı sıyırıyorlar ama "Protestan ahlakı"nın hüküm sürdüğü Almanya'da böyle bir şey mümkün değil. İki Almanya'yı birleştiren Başbakan Helmut Kohl da gücünün doruğundayken "Partisine yasadışı bağış aldığı" iddiaları yüzünden hem koltuğunu kaybetti, hem de siyaseti bırakmak zorunda kaldı.
2- Almanya'da basın, siyasetçilerdeki sapmalara karşı çok önemli bir güvence.
Demokrasi de bu etik titizliği ve bu güvenceler ile güçleniyor zaten...