Brüksel Havaalanı'na indim. Kraliyet Sarayı yakınlarındaki otele gitmek üzere bir taksiye bindim.
Şoför bayağı yaşlı biriydi. 70'lerinde gösteriyordu.
Uzun yol boyunca vakit geçirmek için sohbet girişiminde bulundum: "Yasal emeklilik yaşından sonra böylesine yorucu, gecesi-gündüzü olmayan bir işte çalışmak zorunda kalmanız herhalde gücünüze gidiyor olmalı..."
Taksici bir süre sustu. Sonra başını çevirmeden, gözlerini dikiz aynasından gözlerime dikerek cevap verdi: "Henüz 53 yaşındayım!"
Ürperdim. Anladı. "Ne yaparsınız" dedi, "Kriz böyle bir şey işte..."
Sonra öyküsünü, daha doğrusu son yıllarını özetledi: "Dünya çapında bir reklam ajansında grafiker olarak çalışıyordum. Kriz patlak verince şirket önce beni kapı önüne koydu. En kıdemli personel olmam nedeniyle. Çalıştırmaya devam ederse tazminatımın daha da büyük rakamlara ulaşacağını, bunun da şirkete mali külfet getireceğini söylediler..."
Bir süre daha sustu. Soluklanarak devam etti: "AB Komisyonu o sıkıntılı günlerimde sınavla grafiker alacağını ilan etti. 360 kişi başvurduk. 8 kişi sınavı kazandı. Biri de bendim. Hatta ben birinci olmuştum. Birkaç gün sonrasına randevu vererek 8'imizin de işe alındığını bildirdiler. Belirtilen tarihte gittik. İlgili daire başkanı ne dese beğenirsiniz; 'Kusura bakmayın, hiçbirinizi işe almıyoruz...' Daha sonrası da var. Bizi işe almayı reddeden daire başkanı bir hemşehrisine o işi verdi. Neredeyse 8'imize ödenecek maaşın toplamına yakın bir ücretle... AB ve Komisyon işte böyle çalışıyor. Dost-ahbap ilişkileriyle, torpil sistemiyle..."
Ve burada Fransızcasını bile yazamayacağım sunturlu bir küfür salladı.
***
O sırada Charlemagne Bulvarı'na varmıştık. AB Komisyonu binasının bulunduğu bölgeye. Taksici binayı gösterip sordu
: "Buradakilerin ne kadar para aldıklarını biliyor musunuz?"
Az-çok biliyordum: "Herhalde Belçika'daki ortalama gelirin üstünde olmalı."
Dişlerini sıktı; "Ne Belçika'sı, AB'deki ortalama ücretin üstünde. Hem de ne üstünde" diye tısladı.
Rakamlarla örnekler sıraladı: "İşe yeni başlayan bir AB bürokratı sosyal yardımlar ve diğer avantajlar hariç 3.500 avro alıyor. Brüt diye belirtilmesine bakmayın; onların maaşlarının çok büyük bir dilimi vergiden muaf. Daha sonra görevin önemine ve kıdeme bağlı olarak bu maaş 18 bin avroya kadar çıkıyor. Buna business sınıfta bedava uçak biletini, AB mutfağından çok cüzi bir fiyatla karnını doyurmasını, kira yardımını ve sosyal hakları ekleyin..."
Yine dişlerini ve yumruklarını sıktı:
"Bir de utanmadan geçinemiyoruz diye zam istemiyorlar mı? Hem de 2012 için yüzde 10 zam!" Ve bir sunturlu küfür daha...
Krizdeki AB ülkelerine, Yunanistan'a, İtalya'ya, Portekiz'e, İspanya'ya dayatılan reçeteleri yakından izliyordu:
"Beyler kendi maaşlarına zam istiyorlar, maaşlarını ödeyen Avrupa halklarının ise gelirlerinin düşürülmesini öngören planlar hazırlıyorlar..."
Artık neredeyse bağıra bağıra konuşmaya başlamıştı:
"Krizin sorumlusu bu beyler ve onları o görevlere getiren siyasiler ama bedelini biz halklar ödüyoruz. Gel de isyan etme..."
30 Ocak'ta Belçika genelinde yapılan genel greve katıldığını anlattı, "Biz emekçilerin ve emeklilerin gücünü asıl bu ay görecekler; tüm Avrupa'da genel greve gittiğimizde" diye ekledi.
Otele varmıştık. Aklına geldi; nereli olduğumu sordu. "Türkiye'den geliyorum" dedim. "Sakın haaa" dedi, "Sakın AB'ye girmeyin, yanarsınız!"
Ücretini ödedim. Gülerek kafa sallayıp taksiden indim...