20'nci yüzyılın ikinci yarısı Pakistan tarihine "Darbeler dönemi" olarak geçti. Tıpkı Türkiye gibi...
Başbakanların siyasi komplolarla, cumhurbaşkanlarının tek taraflı kararlarıyla düşürülmeleri dışında, söz konusu yarım yüzyılda Pakistan dört askeri darbe yaşadı: 1958'de General Muhammed Eyüb Han, 1969'da General Muhammed Yahya Han, 1977'de General Ziya Ül-Hak ve 1999'da General Pervez Müşerref sandıktan çıkan iktidarları devirdiler.
***
Pakistan şu sıralar yine darbe sendromu yaşıyor. Bu sendrom birkaç ay önce Pakistan'ın Washington Büyükelçisi Hüseyin Hakkani'nin ABD Genelkurmay Başkanı Amiral Mike Mullen'e, "Silahlı kuvvetler Cumhurbaşkanı Asıf Ali Zerdari'yi ve Başbakan Yusuf Raza Gilani'yi devirmeye hazırlanıyor. Bize yardım edin" notu gönderdiğinin ortaya çıkmasıyla başladı. Zerdari'nin devrildikten sonra tutuklanmamak için Dubai'ye gitmesiyle zirveye çıktı. Şu sıralar biraz yatıştı ortalık ama İslamabad'da hâlâ darbe falı baktıranlar var.
***
Pakistan'da gerçekten bir kez daha askeri darbe yapılabilir mi? "Geçti o günler" diye yanıt veriyor Pakistanlı meslektaşımız "Dawn" gazetesinden Akbar Zaidi ve artık neden darbe yapılamayacağını nefis bir analizle anlatıyor. İşte özeti:
Herşeyden önce silahlı kuvvetler artık Pakistan'ın en güvenilir kurumu değil. Pakistan Talibanlarına karşı operasyonlardaki başarısızlık, Abbottabad aşağılanması (ABD timlerinin Pakistan'ın en büyük askeri akademisinin bulunduğu kentte tereyağından kıl çeker gibi Usame Bin Ladin'in evini basıp öldürmeleri ve cesedini götürmeleri operasyonu), ordunun güvenilirliğine ve saygınlığına çok ağır darbeler indirdi.
İkincisi hükümet de artık daha önceki darbelerde olduğu gibi, kuzu kuzu mezbahaya götürülmesini kabul etmeyecek. Çünkü 2010 Nisan'ında yapılan anayasa değişikliğiyle hükümet üyeleri artık sadece koltuklarının değil, demokratik rejimin de bekçisi konumuna geldiler. Bu değişiklikle cumhurbaşkanının parlamentoyu feshetme, başbakanı görevden alma, Yüksek Mahkeme yargıçlarını atama yetkileri lağvedildi. Tüm güç ve yetkiler parlamentoya verildi.
Üçüncüsü, yine daha önceki darbelerin aksine muhalefet partileri artık askere göz kırpmıyor. 1977 ve 1999 darbeleri, muhalefet partilerinin silahlı kuvvetlere "Yönetime el koy" çağrılarının sonucuydu. Bugün ise ana muhalefet lideri Navaz Şerif de askerin siyaset sahnesindeki etkisinin iyice sınırlandırılmasından yana tavır koyuyor.
Dördüncüsü, yargı yeni bir darbeye geçit vermez. Özellikle de Yüksek Yargı. Silahlı kuvvetler de darbeye kalkışırsa yargıyla başının derde gireceğini çok iyi biliyor.
Beşincisi, medya o kadar yaygınlaştı ve çeşitlendi ki, silahlı kuvvetlerin darbe durumunda denetlemesi mümkün değil. 1977 darbesinde Pakistan'da bir TV kanalı vardı, 1999 darbesinde ise sadece iki kanal... Şimdi ise sayısız özel TV kanalı, internet, sosyal medya var ki, darbeye kalkışanlar tek kurşun sıksalar anında tüm dünyanın haberi olur.
***
Özellikle bu sonuncu faktör demokrasinin başlıca güvencesini oluşturuyor. Öyle ya; Tunus'ta Zeynel Abidin Bin Ali'nin, Libya'da Muammer Kaddafi'nin, Mısır'da Hüsnü Mübarek'in, Yemen'de Muhammed Salih'in "Astığı astık, kestiği kestik" politikalarını sürdürmelerini önleyen internet, Facebook, Twitter, YouTube, cep telefonları olmadı mı? Bu medya mecraları olmasa Suriye'de Beşar Esad'a karşı başkaldırı bu kadar sürebilir ve direniş bu kadar güçlenebilir miydi?
Darbeciler için en caydırıcı unsur elbette demokrasinin tabana yayılması, sivil toplumun güçlenmesi ama medya da en az o kadar önemli bir işlev görüyor.