Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ERDAL ŞAFAK

Sofra'da terör

Kraliçe II. Elizabeth'in 22 Kasım Salı akşamı Cumhurbaşkanı Gül onuruna Buckingham Sarayı'nda verdiği "Devlet şöleni"nden sonra otelime dönüp gecenin izlenimlerini kâğıda, pardon ekrana dökerken telefonum çaldı.
Arayan yıllardır Londra'da yaşayan bir dostumdu. Sitem etti: "Buraya gelmişsin, haber bile vermiyorsun. Ancak haberlerden öğreniyorum..."
Sitemlerini göğüsledikten sonra, "Yarın buluşalım" dedim. "Nerede?" diye sordu.
Işık hızıyla düşündüm. Hani o fraklı fotoğraflarımızın yayınlandığı Kraliçe'nin şöleninden "Saray'da bir gece" başlıklı yazımda da anlattığım gibi hem aç dönmüşüm, hem de yorgun... Bu iki veriden bir formül ürettim: "Sofra'da öğle yemeğine ne dersin?"
Londra'da Hyde Park'ın karşısında yer alan Hilton Oteli'nde kalıyoruz. Hemen arkamızdaki sokaklardan birinde bizim Asmalımescit'in minyatürü diyebileceğim bir restoranlar ve barlar sokağı var. Sokağın köşesinde de Sofra restoran.

***

Sofra, hiç tartışmasız Avrupa'daki en ünlü Türk lokantası. Sahibi, bir Anadolu Türk'ü; Hüseyin Özer.
Hüseyin Bey, tek lokantayla başladı, iki-üç-dört derken önce Londra'da bir zincir oluşturdu, sonra Avrupa'ya açıldı. Finlandiya'ya kadar uzandı. Hatta, Türkiye'ye, İstanbul'a. Taksim'de Tepebaşı'na yakın yerde şirin bir restoran açtı.
***

"Bütün bunları geçmiş zaman kipinde anlatman daha doğru olur" dedi dostum, ertesi öğlen Londra'nın bir görünüp bir kaybolan ve de hiç mi hiç ısıtmayan güneşinde Sofra'da buluştuğumuzda.
- Neden?
- Çünkü Sofra'nın o zinciri paramparça oldu. Hüseyin Özer, İstanbul'dakini bile elden çıkardı.
- Hayrola ne oldu?
Dostum derin bir iç çektikten sonra anlatmaya başladı...
***

"Hüseyin Bey'i ne kadar tanıyorsun bilmiyorum ama insan canlısıdır. İnsanlara çok güvenir. Hele Türkler'e. Haydi, genelleştireyim; Türkiye'den gelenlere. Burada da gördüğün gibi restoranlarında çoğunlukla Türkiye'den gelenlere iş verir. Hiçbir ayrım yapmadan. İstanbul'dan gelen var personelinin arasında, Kars'tan, Kayseri'den, İzmir'den, Diyarbakır'dan gelen...
Bir özelliği de Londra'ya okumaya gelenlere hem iş verir, hem de maddi yardımda bulunur. Yani okutur onları.
İşte bu şekilde işe aldıklarından biri çalışkanlığıyla, kılığıyla- kıyafetiyle, efendiliğiyle bir süre sonra Hüseyin Bey'in hem gözüne girdi, hem de güvenini kazandı. Delikanlı iki-üç yılda Sofra restoranlar zincirinin genel müdür yardımcılığına kadar yükseldi. Hatta Hüseyin Bey, insan kaynakları birimini, yani personel alımı sorumluluğunu da ona verdi.
Sonradan öğrendik... O delikanlı Sofra'nın çeşitli restoranlarına 2 yılda onlarca kişi almış. Hepsi de kendisi gibi Güneydoğu kökenli. Ve de hiç belli etmeden ancak şeytanın aklına gelebilecek bir plan hazırlamış.
Sofra kapılarını sabah 08'de kahvaltı servisi için açar, gece yarısına kadar çalışır. O nedenle personel vardiyalı hizmet verir. Son vardiya gece yarısından sabaha kadar ertesi günün mezelerini, sulu yemeklerini ve kahvaltılıklarını hazırlamakla görevlidir.
Genel müdür yardımcısı o genç bir gece yarısından sonra zincirin restoranlarına yerleştirdiği adamlarına, "Harekete geçme zamanı geldi" haberini ya da talimatını gönderdi.
Hemen gereğini yaptılar: Yağ-kir içinde önlükler taktılar, yemeklere izmaritler attılar, bir gün öncesinden kalmış yemekleri yeni pişmekte olanlara eklediler... Ve daha ne rezaletler. Hepsini de hem filme çektiler, hem de fotoğrafladılar..."
***

Dehşetle dinledikten sonra sordum:
- Peki ne için yaptılar bütün bunları?
- Dur dinle... Ertesi gün o genç Hüseyin Özer'in odasına dayandı. Masasına fotoğrafları yaydı, lap-top'una filmi koyup izlettirdi ve resti çekti: "Ya restoranlarını bize devredersin, ya da bütün bu fotoğrafları ve görüntüleri hem Sağlık Bakanlığı'na, hem de Belediye'ye teslim edersin." Restoranlarda hijyen, İngiltere'de en küçük ödün bile verilmeyen bir tabu. Çok ağır para cezaları veriliyor, restoranlar süresiz kapatılıyor, hatta sahibi ciddi hapis cezalarına çarptırılıyor.
- Kimmiş bu genç?
- Hüseyin Bey de aynen bunu sormuş: "Sen kimsin? 'Biz' derken kimi veya kimleri kastediyorsun? Delikanlı sırıtmış: "Biz PKK'yız. Örgüt, Sofra zincirini istiyor. Hayır dersen, sen bilirsin..." Ve çıkıp gitmiş.
- Sonra?
- Hüseyin Bey, o gün, o öğleye kadar Londra'daki 4 restoranı dışında zincirin tüm halkalarını elden çıkarmış. Kimini yarı değerine, kimini ölmüş eşek fiyatına satıp-savmış. Zararının 20 milyon pound'un üstünde olduğu söyleniyor.
***

Tam anlamıyla nutkum tutuldu...
- Hüseyin Özer, Kraliçe'nin yemeğinde dört sandalye ötemdeydi. Ve çok durgun, yorgun, moralsiz görünüyordu. Bu yüzden mi çöktü?
- Çöktü ne demek; hayatı da, ruhsal durumu da allak-bullak oldu. Paranoya uçurumuna yuvarlandığını bile söyleyebilirim. Şimdi kalan restoranlarında ne zaman bir esmer Türk görse, can havliyle personelinin yakasına yapışıyor: "Çıkarın bunları, yediklerini- içtiklerini bana yazın..." Bir defasında yine esmer tenli bir grup gelmiş. Hüseyin Bey'de aynı refleks, aynı korku, aynı tepki... Şef garson kulağına eğilip, "Şimdiden 400 pound'luk hesap yaptılar. Çıkaralım mı?" diye sormuş. Para büyük... Hüseyin Bey'in yanıtı: "Kalsınlar... Ben gideyim. Gözüm görmesin..."
***

Dostum devam etti: "Şimdi Hüseyin Özer ve Sofra'sı yeniden toparlanmaya çalışıyor. 4 restoranına 5'incisini eklemeye çalışıyor."
"Londra'da o kadar mı güçlü PKK?" diye sordum.
Çatalını önündeki humus tabağına değdirirken yanıtladı: "Türk veya Türkiyeli topluluğu arasında o kadar at koşturuyor. Tabii birilerinin göz yumması nedeniyle..."
***

Abdurrahman Şimşek'in Abdullah Öcalan'ın son sevgilisi Ayfer Kaya'nın İtalya'da bir kebap zincirini yönettiğine ilişkin haberini okuyunca, Hüseyin Özer'i ve Sofra zincirini bir kez daha düşündüm...
PKK, İtalya'daki o kebapçı zincirine nasıl sahip oldu acaba?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA