Samos notlarını üç yazıda noktalayacağımı duyurdum ama o kadar çok mail geldi ki, bir yazı daha farz oldu. Ancak bu dördüncü yazı izlenim değil, değerlendirme olacak.
Samos yazılarının bu kadar ilgi görmesini ben yakın coğrafyamızla yeniden ilgilenme, yeniden keşfetme, yakın komşularımızı yeniden tanıma ve yeniden tanışma arzusuna bağlıyorum.
Üç yazıda adından sıkça söz ettiğim otel sahibimiz ve rehberimiz Yannis Papayorgi gece bana Kuşadası'nın ışıklarını göstererek, "Bu kadar yakın ama o kadar da uzak" dedi. İçime işledi. Düzeltmeye çalıştım. Daha doğrusu onarmaya: "Bu kadar yakın ama artık o kadar uzak değil."
Haydi, teşhisi tam koyalım: Bir zamanlar aynı toprakları paylaştığımız, yüzyıllarca kader kardeşliği yaptığımız halklarla unuttuğumuz ya da toplumsal bilinç altımızın derinliklerine ittiğimizi sandığımız ortak anılar su yüzüne çıkıyor.
İki taraf da bu ortak anıları biraz çekinerek ama çokça merakla, ilgiyle deşeliyor.
İki taraf da uzun yılların kopukluğunu gidermek için bir şeyler yapmaya çalışıyor.
İki taraf da... Ama özellikle de bizim taraf. Türkiye. Türk halkı.
Bu noktaya gelinmesinde elbette birçok etkenin birden devreye girmesinin çok büyük payı var. Sayalım.
Öncelikle: Türkiye hiçbir zaman bu kadar açık olmadı. Eskiden lütuf ya da imtiyaz olarak görülen pasaport almak şimdi en doğal ve örselenemez insan haklarından biri olarak kabul ediliyor. Ve de bu hakka en kolay biçimde erişim de sağlanıyor: Emniyet'e başvurun, aynı gün, bilemediniz ertesi gün elinizde.
İki: Eskiden yurtdışına gitmek de lütuf veya imtiyaz olarak kabul edilirdi. Maddi sorunlardan ötürü. Kolay değildi, bankalardan kısıtlı (250 dolar) yurt dışı döviz tahsisi alabilmek. Bugün o da en doğal haklardan. İstediğiniz yerden (Bankalar, döviz büfeleri...) istediğiniz kadar, daha doğrusu keseniz ne kadarına elveriyorsa dövizinizi cebinize koyup gidiyorsunuz. Çıkışta ne arayan var, ne soran.
Üç: Türkiye hiçbir zaman bu kadar yüksek özgüvene sahip olmadı. Daha önemlisi, özgüvenini yurtdışında da kabul ettirdi. Türk pasaportunun artık ciddi bir gücü, saygınlığı var.
Dört: Türkiye özellikle yakın coğrafyasındaki ülkelerle, pardon komşuları ve eski akrabalarıyla vizeleri kaldıracak güce ve olgunluğa kavuştu. Tabii karşılıklı. Eski akrabalar, hısımlar, dostlar, komşular da artık Türkiye'ye ellerini kollarını sallayarak gelebiliyorlar.
Beş: Türkiye işte bu açılım sayesinde geçmişiyle barışıyor. Sevaplarıyla ve günahlarıyla.
Altı: Türkiye yine bu sayede geçmişini yeniden öğreniyor. Çok uzağa gitmeye gerek yok. Şam'daki Hamidiye Çarşısı'nı, Emevi Camii'ni, Osmanlı Mezarlığı'nı birkaç yıl öncesine kadar kaç kişi biliyordu. Rumeli'deki, Balkanlar'daki ecdat eserlerini kaç kişi gidip görebiliyordu.
Biliyorum, "İyi ama Yunanistan'a gitmek için hâlâ vize gerekiyor" itirazları gelecek. Komşu'ya kalsa hemen kaldıracak vizeyi ama Schengen Bölgesi'ne dahil olduğu için yetki Brüksel'de. Onun da kolayı var: Ege Adaları'na günübirlik gezilerde veya gemi turlarında vize aranmıyor. Ayrıca Yunanistan Büyükelçiliği ve konsoloslukları özellikle Ege Adaları'na gitmek isteyenlere vize vermekte güçlük çıkarmıyorlar.
Kuşadası'ndaki Dilek Yarımadası ile Samos'taki Psili Amos plajının arası 300 kulaç ya var, ya yok. O kadar yakın. Yannis'in iç çekerek "Ama o kadar da uzak" burukluğu mu doğru, yoksa benim "Artık o kadar da uzak değil" tespitim mi?
Bir gün yolunuz düşerse, yukarda saydığım etkenleri de göz önüne alarak, cevabını siz arayın...