Başbakan Erdoğan'la Moskova ve Kazan'ı (Tataristan'ın başkenti) kapsayan gezimiz bana nedense Boris Pasternak'ın aynı adlı romanından uyarlanan Doktor Jivago filmini çağrıştırdı.
Moskova'daki, özellikle de bin yaşındaki Kazan'daki uçsuz bucaksız kar manzaraları mı bunun nedeni, yoksa 200 yıllık Kazan Devlet Üniversitesi'nde Vladimir İliç Lenin'in 1870'lerde okuduğu sınıfı gezmenin, dersleri izlediği sırada oturmanın uyandırdığı karmakarışık duygular mı; bilemedim.
Neyse, Doktor Jivago'nun final sahnesindeki görkemden hiç de geri kalmayan manzaralar içinde ilerleyip Kazan'a veda ettikten ve bembeyaz kenti uçaktan bir kez daha iç çekerek seyrettikten sonra, geziyi izleyen diğer meslektaşlarımla birlikte Başbakan Erdoğan'ın bulunduğu bölüme yöneldim. Her yurtdışı gezinin klasiği haline gelmiş olan değerlendirme söyleşisi için.
İşte sorularımız ve Erdoğan'ın yanıtları...
* Libya'da Kaddafi, Bingazi dışında neredeyse tüm ülkede hakimiyetini yeniden sağladı. Bahreyn'deki isyan da Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi komşu ülkelerin askeri güç göndermelerinden sonra farklı bir boyuta taşındı. Bu iki ülkedeki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
ERDOĞAN: Libya'da Kaddafi hava saldırılarıyla hakimiyeti elde etmiş görünüyor. Bingazi'ye ilerlediği yönünde haberler var. BM Güvenlik Konseyi'nin aldığı karar ne getirir, ne götürür bilemeyiz. Bizim Libya'da duruşumuz aynı: Birliği, beraberliği süratle tesis edecek adımların atılmasını sağlamak. Önemli olan hak ve özgürlükler noktasında halkın iradesine saygı duyacak bir düzen sağlanması. Libya halkı tümüyle bunu bekliyor. Biz duruşumuzu koruyoruz. Ben grup konuşmamda Libya konusuna değinirken kardeş kanı akmaması konusunda Kerbela benzetmesi yapmıştım. Bunu yanlış anlayıp konu Libya olmasına rağmen meseleyi Bahreyn'e, Şia-Sünni ayrılığına çekenler oldu. İlgisi yok. Ben Kerbela ile kardeş kanı akıtılmasını kastettim. Nitekim Kerbela hadisesi yaşandığında, henüz Sünni ve Şia diye bir ayırım bile yoktu. Kardeşin kardeşi vurmasını gündeme getirdik. Ciddi can kaybı var. Üzülüyoruz, gelişmeleri, kaygıyla endişeyle izliyoruz.
* Peki, Bahreyn'deki olayları nasıl yorumluyorsunuz?
ERDOĞAN: Bahreyn'de son gelişmelerle ilgili olarak grupta yaptığımız konuşmada söyledik, orada da kardeş kanının akmasının engellenmesi için taraflar elinden geleni yapmalı. Gerek Suudi Arabistan, gerek Birleşik Arap Emirlikleri'nden gelen askeri yardımın geçici olduğuna dair bilgi aldık. Bu kalıcı olarak gelmiş bir destek değil. İran'la Dışişleri Bakanım Ahmet Davutoğlu'nun görüşmeleri oldu. İran'ın girmemesini tavsiye ettik. Bahreyn'de olayları yatıştırmak için çalışma içindeyiz. Yakından takip ediyoruz.
* AB ve ABD, Kaddafi rejimini gayrimeşru ilan etti. Kaddafi kalırsa ne olacak?
ERDOĞAN: Bu konuda Hindistan'ın yaklaşımı farklı, Rusya'nın yaklaşımı farklı. Hatta Almanya'nın da farklı... O da net değil. Görünen yanı var, görünmeyen yanı var. Türkiye olarak yürüttüğümüz siyaset, halkın birlik ve beraberliğini sağlamak. Tarafsızlığımızı korumamız lazım. Daha önce de söylediğim gibi, biz petrol kuyularının değil, halkın yanında olacağız.
* Siz Kaddafi'ye halkın benimseyeceği bir Devlet Başkanı atamasını önerdiniz, değil mi?
ERDOĞAN: Biz Libya'da üzerinde herkesin, ülkedeki tüm kesimlerin ittifak edebileceği bir isim üzerinde uzlaşıyla mevcut duruma bir çözüm üretilmesini temenni ediyoruz. Bunu Libya'daki yetkililere de ifade ettim. Nitekim Kaddafi ne diyor; "Benim resmi bir sıfatım yok". Kaddafi'nin oğlu Seyfülislam'a şunu söyledim: "Baban böyle dediğine göre, Libya halkının ittifak edebileceği birisiyle ülkede düzenin sağlanması pekala mümkün olabilir." Bu görüşme 10 gün önce oldu. Daha sonra Libya Başbakanı iki defa aradı, ona da aynı şeyleri söyledim. Bu görüşmelerin olumlu bazı etkileri var. Ona benzer bazı adımlar atılabilir. Libya'da halkın saydığı, her kesimin takdir edeceği isimler var.
* Arap devrimlerinin AB ile ilişkilerimize uzun vadede etkisi ne olur?
ERDOĞAN: Bu olayları kendi kategorisi içinde değerlendirmek lazım... AB'yi kendi içinde değerlendirmek lazım. AB süreci bir-iki liderde tıkanıyor, Güney Kıbrıs'ta gelip tıkıyor. Liderler zirvesinde 8 faslı birlikte dolaba kaldırdılar. 6 tanesini Rumlar bloke etti, 5'ini Fransa dondurdu. Kaldı 3 fasıl... Bunları hallettikten sonra ne olacak, merak ediyorum? AB, 15 üyeliyken liderler zirvesine katılıyorduk, 10 ülke, ardından 2 ülke daha gelince bizi liderler zirvesine davet etmediler. Böyle olumsuz yaklaşım tarzı var. AB'deki Türkiye dostu ülkeler de etkili olamıyor. Gelişmelere göre kendimizi kantara çıkaracağız, ilerleyen bir Türkiye var. AB kurumlarının karşılılıkları bizde var. Er veya geç Türkiye'ye gel diyecekler. Benim merakla beklediğim 3 fasılda ne çelmeler atacaklar, ne oyunlar oynayacaklar...
* Türkiye birgün "Yeter" diyebilir mi?
ERDOĞAN: Biz sabırla çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Nereye kadar gider bilemem. Türkiye ekonomik olarak güçlendikçe göç korkusu azalıyor. 50 bin Alman, Türkiye'ye yerleşti. Merkel de bunu biliyor. İkili görüşmelerde Merkel'in havası farklı. Güney Kıbrıs'ı ziyaret ediyor, orada yaptığı açıklamalar farklı. Merkel oy işinde "Almanya'daki Türk vatandaşları Türkiye'deki seçimlerde oy kullansın" dedi, "Bu konuda gerekli desteği vermeye hazırım" dedi. Ama ben Almanya'da 10 bin kişiye konuşurken, tam o esnada Yüksek Seçim Kurulu'nun olumsuz kararı geldi. Hafta içi değil, hafta sonu alınmış bir karar. Vize konusuna gelince; Brezilya'yı, Bolivya'yı, Paraguay'ı, Uruguay'ı vizeden muaf tutuyorsun. Bize gelince... Ahde vefa olayına uymuyor bunlar. Soruyoruz, savunamıyorlar. "Onlardan göç tehdidi yok, Türkiye'den var" diyorlar.
* Son konuşmalarınızda Ergenekon sürecine ilişkin olarak "Ne savcıyım ne avukatım" diyorsunuz...
ERDOĞAN: Ben halkın avukatıyım, CHP ise Silivri'nin avukatı. CHP, Şahin Mengü'yü Silivri'ye gönderiyordu. Aramızdaki fark bu. Yeni Genel Başkan bize savcılık yakıştırdı. Biz hiçbir zaman savcı olmadık. Milletimizin avukatı olduk. Milletimizin bize verdiği yetkiyi kullanıyoruz. Onlara layık olmaya çalışıyoruz. Onlar savcılığa, avukatlığa devam ediyor.
* Gazetecilerin basın özgürlüğü taleplerine ne diyorsunuz?
ERDOĞAN: Televizyonda izledim; 'Cezaevinde 60 kusur gazeteci var' deniyor. Benim aldığım son rakam 27 kişi. Bunların hiçbirisi kitabından veya yazısından değil. Anayasal düzeni bozmaya teşebbüs, terör örgütüne üye olmak, organize suç örgütleriyle bağlantılı, şantaj kasetleri içinde olmak... Belgelendiği için bunlar alınıyor. Benimle ilgili, Cumhurbaşkanı ile ilgili, bazı arkadaşlarla ilgili yazdıkları yazılar var, 20'yi aşkın kitap var, fotomontaj resimler, internet sitelerinden alınma gayri ahlaki resimler var. Hocaefendi ile ilgili de yapmışlar. Bunların hangisinin meşruiyetle ilgisi var? Dünyanın neresinde böyle bir şey var. Bakın İngiltere'de bir gazete yalan haber yaptı. Dava açtık, bir-iki ayda netice aldık. Çağırdılar, özür dilettiler.
* "Geciken adalet, adalet değildir" demiştiniz...
ERDOĞAN: Yargının kendisini çek etmesi lazım. Yargı ne isterse yapmaya hazırız. 100'ü aşkın adalet sarayı açtık, 30'u da sürüyor. Yargının fiziki imkânlarının müsait olması lazım. Eskiden hangi şartlarda hizmet verdiğini biliyoruz. Akıllı bilgi sistemleriyle adalet saraylarını donattık. "Kadro" dedik, oyaladılar, "Kamera" dediler... AK Parti iktidarına kadar sistem neyse ona göre kadro alacaktık. Yaptırmadılar. Yapsaydık çok büyük açığı kapatmış olacaktık. Anayasa değişikliğiyle hemen adımlar atılmaya başlandı. Üst mahkemeler süratli çalışmaya başlayacak. İstinaf Mahkemeleri'ne atamalar başladı. Kadroları kurulmaya başlanacak. Böylece 5 yıla kadar olan yargılama alt mahkemelerde kalacak, yukarısının yükü hafifleyecek. Derdimiz iş üretmek, sümen altında iş kalmasın... Yargıda 1 milyon 700 bin dosya olmaz. O ülkede sağlıklı bir gelecek, vatandaşın yargıya güveni söz konusu olamaz.
* Yargıdaki bu gelişmeler dokunulmazlıkların sınırlandırılmasına ilişkin tartışmalarda bir mutabakata varılmasını sağlayabilir mi?
ERDOĞAN: Siyasette kürsü masuniyeti farklı bir şey... Bunu sağlamazsak yasama organını yargının vicdanına terk etmiş oluruz. Bir Başbakan olarak adım atsanız, bir savcı size karşı hissi baksa, hakkınızda dava açsa, bir ülkenin Başbakan'ı o savcının elinde oyuncak olacak. Cumhurbaşkanı Abdullah Bey'i Sincan hakimi aldı, kendine göre dalgasını geçti. Benimle ilgili alt mahkemeler karar verdi. Şimdi aynı kişi MHP'den aday adayı... Siyaseti nasıl bunların eline teslim edeceksiniz? Ben belediye başkanlığı yaptım, bu esnada 4 ya da 6 dosya vardı. Benim o zaman dokunulmazlığım da yoktu. İstanbul gibi bir şehir yönettim. Ne zaman ki cezaevine girdim, çıkışta dosya sayısı arttı, partiyi kurduk, 56 dosyaya çıktı. Demek ki dosyalar hazırmış. Niye? Geleceği kilitlemek için. Bir gazete "Zaman aşımından kurtardı" diye yazdı. Bizim dosyalar zaman aşımına tabi değil. Hukuku bilmiyor.
* Bedelli askerlik?
ERDOĞAN: Ben karar veremiyorum. Vatandaş karşıma çıkıyor, "Benim param yok ben istifade edemeyeceğim, parası olan yararlanacak..." Kemal Kılıçdaroğlu bana çakıyor. Dövizli askerlik... Benim oğlum ABD'de hem Dünya Bankası'nda çalıştı, hem de doktora yaptı. Hak kazandı. Bunu kullandı. Dövizli ile bedelliyi karıştırıyor. Bunu ağzına alıp nemalanmaya çalışıyor. CHP kenarından, köşesinden iktidar oldu. Bu dönemde Mehmet'e ne verdin? Belki seçimlerden sonra vatandasın görüşüne başvurulabilir, Bunun üzerinde çalışabilir. Ama böyle bir vaadin içine girmeyi düşünmüyorum. Gerekirse üzerinde çalışılabilir diyorum.
* Seçim yaklaşırken AK Parti'nin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
ERDOĞAN: Son açılış programlarında halkımızın teveccühünü iyi görüyorum. İlgi, alaka gayet iyi... Teşkilatın heyecanı iyi. Aday tespitinde ciddi yanlışlarımız olmazsa, halkımızla kaynaşacak listeler oluşturulabilirse, güçlü bir kampanyayla halkın teveccühünü kazanabiliriz. Seçim beyannamesi, aday tespitinden, 11 Nisan'dan sonra açıklanacak. Şu anda geniş bir ekip çalışıyor.