Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İstanbul'daki Türkiye-Afganistan-Pakistan üçlü zirvesinden sonra Londra'ya uçtu.
Yine Afganistan'la ilgili bir uluslararası toplantı, Afganistan Konferansı için. Konferansta üç konu öne çıkıyor: 1- Güvenlik güçlerinin Afganlaştırılması, yani Afgan ordusu ve polisinin daha önemli rol üstlenmeleri. 2- BM raporunda rüşvet ve yolsuzluk batağına gömüldüğü belirtilen Afgan yönetiminin hiç değilse biraz temiz ve biraz daha şeffaf olmasının sağlanması. 3- Ilımlı Taliban kadrolarıyla hem barışın, hem de onların gerek topluma, gerekse yönetime entegrasyonlarının sağlanması.
Davutoğlu, Londra'da bir dizi ikili görüşme de yapacak. Bizce en önemlisi iner inmez ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'la buluşması oldu.
Çünkü görüşmenin en önemli konusunu "Geliyorum" diyen bir kriz oluşturdu: Ermenistan'la 10 Ekim'de imzalanan iki protokol ve Ermenistan Anayasa Mahkemesi'nin bu belgelere koyduğu şerhler.
Protokoller sarpa sardı
Malum; iki ülkenin parlamentolarına gönderilen protokollerle ilgili olarak Ermenistan Anayasa Mahkemesi gerekçeli kararında bir dizi yorum getirdi:
1- Protokollerin ancak diplomatik ilişki kurulması ve sınırın açılmasından sonra geçerli olabileceği gibi...
2- "İlişkilerin tarihsel boyutunu incelemekle görevli" alt komisyonun kesinlikle 1915 olaylarını ele alamayacağı gibi...
3- Protokollerdeki "Ortak sınıra karşılıklı olarak saygı duyulması" maddesinin sadece "1990'dan sonra yapılan anlaşmalar" için geçerli olacağına hükmetmesi gibi... (Not: Bu, 1921 tarihli Kars Anlaşması'nın tanınmaması, dolayısıyla "Batı Ermenistan" dedikleri Doğu Anadolu'yla ilgili iddialarının sürmesi anlamına geliyor.)
Özellikle ikinci ve üçüncü maddelerdeki yorumlar, Türkiye'nin ifadesiyle protokolleri sakatladı, hatta kabul edilemez biçimde tahrif etti.
Tuhaf olan şu: Ankara'nın son derece sert tepki gösterdiği bu değişikliği, iki protokolün 10 Ekim'de Zürih'te yapılan imza törenine "Üçüncü taraf" olarak katılan ABD ve İsviçre nedense pek önemsemediler. (Hatırlatma: Zürih'teki törene ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner, İsviçre Dışişleri Bakanı Micheline Calmy-Rey, AB'nin o dönemdeki Dış Politika ve Savunma Yüksek Temsilcisi Javier Solana tanık olarak katıldılar. İki porotokole Türkiye ve Ermenistan Dışişleri Bakanları Ahmet Davutoğlu ile Eduard Nalbantyan imza koydular.)
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Philip Crowley, Türkiye ve Ermenistan'a "Protokollerin onay sürecini hızla ve koşulsuz tamamlamaları" çağrısı yaptı, Ermenistan Anayasa Mahkemesi'nin kararını ise "Sürecin olumlu aşaması" diye değerlendirdi.
İsviçre Dışişleri Bakanlığı ise, Ermenistan Anayasa Mahkemesi'nin kararını yorumlamaktan kaçındı, sadece "İki ülkeye ilişkilerini normalleştirmeleri için yardım etme politikalarını sürdüreceğini, protokollerin onayını sabırsızlıkla beklediğini" duyurmakla yetindi.
İş artık ABD'ye düşüyor
Ama sorun ABD ve İsviçre'nin geçiştirdikleri kadar basit değil: Ermenistan Anayasa Mahkemesi, örneğin "1915 olaylarının sorgulanamayacağı" kararıyla Türkiye-Ermenistan ortak alt komisyonunun işlevini ortadan kaldırıyor. Çünkü komisyon bu durumda "Soykırım oldu mu olmadı mı"yı değil, sadece "Nasıl oldu"yu araştırabilecek.
Ayrıca Ermenistan yönetiminin iki soruyu daha yanıtlaması gerekiyor: Anayasa Mahkemesi'nin böyle bir karar alacağını biliyor muydu? Biliyorsa neden protokolleri imzaladı?
Açıkça belirtmekte yarar var: Türkiye açısından protokollerin onay süreci tıkandı, hatta çıkmaz sokağa girdi.
Çıkmazı aşmak da ancak anlaşmanın üçüncü tarafı olan ABD ve İsviçre'nin girişimleriyle mümkün olabilir. Nasıl? "İmzalanan protokollerin Ermenistan Anayasa Mahkemesi kararından etkilenmeden uygulamaya konacağı" konusunda Türkiye'ye güvence vermeleriyle.
Tabii İsviçre ve özellikle de ABD açısından zor bir durum. Zira bu güvenceyi vermek için bir formül bulmaları gerekiyor.
Londra'da dün yapılan Davutoğlu-Clinton görüşmesi işte bu nedenle çok önem taşıyor...