İki ay kadar önce İngiliz gazetesi "Guardian"da ilginç bir yazı yayınlandı. "İlginç" yerine isterseniz "Tuhaf" ya da "Vizyoner" sıfatlarını da kullanabilirsiniz.
"Ortadoğu Birliği için bir savunma" başlıklı yazıda şöyle deniyordu:
"Avrupa Birliği'ni geçmişte Charlemagne'ın ve Napoleon'un fetihleri dışında birlik tanımamış olan bir kıtada devletlerin gönüllü gruplaşması diye tanımlayabiliriz. Konuya bu açıdan bakıldığında, neden Ortadoğu da eski Osmanlı toprakları üstünde kurulu devletlerin gönüllü kümeleşmelerine sahne olmasın? Böyle bir kümeleşmeye isterlerse İran, hatta Filistinliler'le barışı sağladıktan sonra İsrail gibi ülkeler de katılabilirler."
Ve böyle bir oluşumun çıkış noktası için AB benzeri bir "Tetikleyici" öneriliyordu:
"Avrupa Birliği'nin harcı kömür ve çelikle atıldı. 6 ülke Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu'nu kurdu. Ortadoğu ülkeleri de birlik için ilk adımlarını bölgenin geleceğinde hayatı önem taşıyan kaynaklarda, örneğin su ve petrolde işbirliğine giderek atabilirler."
Türk Dışişleri'nin son hamlesi, Pakistan'la "Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi" oluşturulması kararı, nedense bize "Guardian" ın bu kehanet yazısını çağrıştırdı.
Çünkü bir ipekböceğinin kozasını sabırla örmesi misali, Türkiye de çevresinde normal ikili ilişkilerin ötesinde bir ağ kuruyor.
Önce Irak'la Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi kuruldu. Ardından Suriye ile benzer bir mekanizma oluşturuldu. Şimdi Pakistan'la "Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi" inşa ediliyor...
Sırada Rusya ile benzer bir yapının örülmesi var. Daha sonra Yunanistan'la ilişkilerin de "İşbirliği Konseyi" ile farklı bir zemine taşınması öngörülüyor.
Gücün kaynağını aramak
Başbakan Erdoğan'ın Pakistan ve İran gezisine katılan bir yetkiliye, bu oluşumların perde arkasındaki amacını sorduk: "Türkiye çevresinde farklı bir yapılanmanın temellerini mi atıyor?"
"Hayır" dedi yetkili ve anlattı: "Sadece dış politikamıza yeni bir boyut veya boyutlar katıyoruz. 'Sıfır dostluk'tan 'Maksimum İşbirliği'ne geçiyoruz. Böylece 'Komşuluk' kavramını değiştirmek, daha doğrusu bu kavramın içeriğini zenginleştirmek istiyoruz.
Bunun için de Türkiye'nin sahip olduğu 'Aset'leri yeniden değerlendiriyoruz. Nedir bunlar? Önce bulunduğumuz coğrafya. Hem son derece değerli bir yerdeyiz, hem de olağanüstü riskli. İkincisi, tarihi bağlarımız. O da hem yük, hem de koz. İmparatorluk geçmişimizden ötürü yük ama o geçmişin gerek eski topraklarda bıraktığı, gerekse belleklere kazıdığı izler sayesinde aynı zamanda büyük bir koz.
Bıraktığımız izler, bizim emperyal geçmişimizin alıcı değil verici bir anlayış ve yönetime dayandığını ortaya koyuyor. Diğer imparatorluklar gibi sömürgeci olmamışız, tam tersine merkezden çevreye hep kaynak aktarmışız. Yani hep 'Ağalık' yapmışız. O yüzden de şimdi bizi 'Ağa çocuğu' olarak görüyorlar. Bu da aslında bizi hem rahatlatıyor, hem de güçlü kılıyor. Sonuçta işte bu 'Aset'ler sayesinde eski coğrafyamız ve ötesiyle ilişkilerimizi farklı bir boyuta taşıyabiliyoruz."
Bir soru daha yönelttik: "Bu yeni ilişkiler ağı AB sürecimizi olumlu mu etkiler, olumsuz mu?"
Cevap: "Bizim AB'ye girmek istememizin asıl amacı Türkiye'yi güçlü kılmak. Orta Asya, Kafkaslar ve Ortadoğu ise bizim güç alacağımız diyarlar. Oralardan beslenerek, AB'ye daha güçlü katılabiliriz. Yani AB'ye güç almak için değil, güç katmak için katılan bir ülke olabiliriz. Göreceksiniz, olacağız da."
Ve ekledi: "Biz bir yerden kopmak için AB'ye girmek istemiyoruz. Biz bir yerde olduğumuz için AB'yi istiyoruz."
Türkiye'nin yeni dış politikasını iyi okumanız için, gelişmelere yetkiliyle sohbetimizde açılan pencereden bakmanızı öneririz. O pencereden imparatorluk geçmişini hiçbir komplekse kapılmadan geleceğe taşımayı amaçlayan bir vizyon göreceksiniz.