Tarih 6 yıl sonra neredeyse günü gününe bir başka diyarda tekerrür ediyor. Amerikalılar bugün, yani 4 Kasım 2008'de, Türkiye'nin 6 yıl önce, 3 Kasım 2002'de yaşadığı ağır koşullarda sandık başına gidiyorlar:
Ucu kestirilemeyen bir ekonomik kriz. Yorgun, dağılmakta olan, hatta çürümüş bir hükümet. Toplumsal dayanağı dibe vurmuş bir yönetim (Başkan George Bush'u destekleyenlerin oranı yüzde 25'e kadar indi; 1970'lerde Başkan Richard Nixon'ın Watergate skandalıyla çöktüğü günlerden bu yana görülmemiş bir şey). Can havliyle gemiyi terk edenler (Condoleezza Rice'tan önceki anlı-yanlı Dışişleri Bakanı Colin Powell ile yakın zamana kadar Beyaz Saray'da önemli görevlerde bulunan birçok Cumhuriyetçi bu seçimde Barack Obama'nın safına geçtiler). Terörle mücadele adına hem para, hem de insan kaynaklarını son damlasına kadar seferber etmek zorunda kalan bir devlet...
Saydığımız unsurların Türkiye hanesindeki karşılıklarını siz yazın ya da en azından hatırlayın. Bu tablo 6 yıl önce Türkiye'de bir siyasal kadronun tasfiyesiyle sonuçlanmıştı. Sadece bir kadronun değil, "İktidarın doğal sahipleri" diye nitelenen ve "Beyaz Türkler" olarak anılan bir siyasetçi sınıfının sahneden silinmesiyle. Siyaset bilimcilerin ve sosyologların "Çevre" adını verdikleri 50, belki de 80 yıldır, iktidar çemberinin dışında tutulmuş gruplar, akımlar, kadrolar Ankara'ya bayrak dikmişti.
Onca kamuoyu araştırması yanılmadıysa, onca siyaset bilimci akıl tutulmasına uğramadıysa, kıta büyüklüğündeki ülkenin her yerinde, her karışında halkın nabzını tutan onca meslektaşımız önyargılarının esiri olmadıysa, ABD'de de 3 Kasım 2002'de Türkiye'yi önüne katan karşı konulması olanaksız değişim rüzgârları esiyor. "Esmerler" iktidarı teslim almak üzere merkeze yürüyor.
Aradaki fark: Türkiye'deki "Esmerler" kavramıyla ten rengi değil, sistemli biçimde yönetimin dışında tutulan güçler ve toplumsal gruplar kastediliyordu. ABD'de ise Türkiye'deki bu tanıma ek olarak, tenler, kökenler, ırklar da kapsama dahil oluyor.
Seçmenin gücü sanal mı?
Değişime neden olan faktörler paraleli, benzerlikleri daha fazla uzatmamıza izin vermiyor. Çünkü nihayetinde Türkiye'deki ekonomik kriz yereldi, ABD'de patlak veren kriz ise küresel. Türkiye'deki siyasal ve toplumsal bunalım sınırları dışında yalnızca ülkemizin jeostratejik konumu nedeniyle müttefiklerimizi veya kader ortağı kabul ettiğimiz 20 kadar devleti kaygılandırıyordu. O da bir yere kadar. Oysa ABD'deki siyasal ve toplumsal bunalımın yansımaları, sonuçları tüm dünyanın geleceğini şöyle veya derinden etkileyecek. Zaten hissetmeye başladık bile.
Ama tarih son tahlilde ikisini de bir yandan mevcut yönetimlerin güç ve saygınlık kaybının, bir yandan da krizin tetiklediği iktidar değişikliği olarak yazacak. Ve de bu radikal değişimin olası yansımasıyla ilgili öngörüleri dip not olarak hatırlatacak. 2002 Kasım'ında Türkiye'deki sandık devriminin sonuçları üstüne ne senaryolar yazıldığını hatırlama görevini size bırakıyoruz. ABD'deki Obama yönetiminin küresel etkileriyle ilgili, hepsi de birbirinden iddialı, ama hepsi de kurulu düzenin çökmesinden duyulan korku-kaygı-umut karışımı duyguları yansıtan varsayımlardan ise sadece bir-ikisi aktarmakla yetiniyoruz.
Deniyor ki, Obama önümüzdeki Ocak'ta görevi devralır almaz Irak'taki askerleri çekecek, İran'a yaptırımları dondurup müzakere yolunu seçecek, AB'yle sıkı işbirliğine gidecek (Hayatında Avrupa'yı görmedi), Rusya'yla ilişkilerde yeni bir sayfa açacak.
İnanmayın. ABD'de devlet politikalarını sorgulamak ya da yıkıp yeniden inşa etmek bir başkan değişikliğiyle gerçekleşebilecek iş değil. Tıpkı Türkiye'de olduğu gibi.
Yepyeni bir küresel düzen için tüm aktörler, tüm irade sahipleri güçbirliği yapmadıkça, böyle gelen böyle gitmeye devam edecek. Biz sıradan seçmenler de oylarımızla sistemi değiştirebileceğimize inandığımız, daha doğrusu öyle bir yanılsamanın büyüsüne kapıldığımız sanal gücümüzle övüneceğiz veya avunacağız.
Neyse... Siz yine de bu gece kazanan -dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye'de de milyonlarca hayrana sahip- Obama olursa, değişimin keyfini çıkarın.