Bugün Meclis'te sınır ötesi operasyon tezkeresi oylanacak. Yarın ise Terörle Mücadele Yüksek Kurulu toplanacak.
"Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının terör örgütü PKK'nın yuvalandığı Irak'ın kuzey bölgesi ile mücavir alanlarına gönderilmesi için hükümete verilen iznin bir yıl süreyle uzatılması"nı öngören tezkerenin DTP'liler dışında Meclis'in tüm üyeleriyle kabul edileceğine kuşku yok.
Ancak gerek dün yeni yasama yılının ilk grup toplantılarında CHP lideri Baykal ve MHP lideri Bahçeli'nin yaptıkları çağrılar ve öneriler, gerekse askerin kamuoyuna da yansıyan talepleri, yarın Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ ile kuvvet komutanlarının da katılacakları Terörle Mücadele Yüksek Kurulu'nda sınır ötesi operasyonun yanı sıra yeni önlemlerin de masaya getirileceğini gösteriyor.
Başbakan Erdoğan'ın "Siyasi, diplomatik, ekonomik, psikolojik, sosyo-ekonomik" diye sıraladığı bu ek arayışların başında, PKK'nın Kuzey Irak'tan yaptığı saldırıların önlenmesi geliyor. Mesud Barzani yönetiminin "PKK'lılar Aktütün sınır karakoluna 'No man's land' bölgeden saldırdılar" açıklaması, Kuzey Irak'ta ciddi, çok ciddi bir sorunun itirafı anlamına geliyor. Hatırlayacaksınız; geçen yıl Dağlıca baskınından sonra da Irak'ın -Kürt-Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari, Kandil Dağı'nın "No man's land" olduğunu söylemişti.
"No man's land", boş, sahipsiz, denetim dışındaki bölge demek. Irak'ın en güvenli bölgesi gösterilen Kuzey Irak'ta denetim dışı bir bölgenin varlığı başlı başına bir çelişki oluşturuyor. Hele o sahipsiz ve denetimsiz bölgenin terör örgütünün yuvası durumuna gelmesi sorunun vahametini daha da artırıyor.
Irak merkezi hükümetinin de, Barzani yönetiminin de, hatta ABD güçlerinin de kontrol edemedikleri bu sahipsiz bölgeyi PKK'nın üs olarak kullanmasına Türkiye artık ne katlanabilir, ne göz yumabilir.
Baykal "Örgüt onların toprağına yerleşecek, oradan saldırılar yapacak; bu olamaz" tepkisiyle, Bahçeli de, "Derhal Kuzey Irak'a girilerek bir güvenlik bölgesi oluşturulmalı" önerisiyle, bu denetimsiz bölge sorununun çözülmesi zorunluluğunu kastediyorlar.
Ya Irak'ta birileri çözecekler bu sorunu, ya Türkiye halledecek. Başka seçenek yok.
AB süreci etkilenir mi?
İç önlemlerde ise herhalde en çok Genelkurmay ile Emniyet'in "Ek yetki" talepleri polemik konusu olacak. Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin'in son günlerde, ABD'de 11 Eylül saldırılarından sonra çıkarılan "Yurtseverlik Yasası" (Patriot Act) tartışmalarındaki söylemleri çağrıştıran "Türkiye özgürlük ve güvenlik arasında tercih yapmak durumunda değildir. Hem özgürlüğümüzü, hem de güvenliğimizi birlikte değerlendirmek, her ikisinden de geri adım atmamak zorundayız" ifadeleri, terör belasıyla mücadele eden ülkelerin kaçınılmaz ikilemini yansıtıyor: Ne güvenlik uğruna özgürlükleri daraltacaksınız, ne de özgürlükler adına güvenliğinizi tehlikeye atacaksınız. Ama dengeyi tutturmak kolay olmuyor. Örneğin ABD peş peşe çıkarılan iki "Yurtseverlik Yasası"ndan sonra neredeyse polis devletine dönüştü.
Üstelik Türkiye için bir de düzenlemelerin AB sürecini zedelememesi, reformları geri götürmemesi zorunluluğu var. Bununla birlikte biz "Kuzey Irak operasyonunun AB ile müzakere sürecini kesebileceği", "Terörle mücadele için alınacak yeni önlemlerin AB'de kıyameti koparacağı" eleştirilerine pek katılmıyoruz.
Çünkü terörle mücadele AB'de de birinci öncelik olmaya devam ediyor. Ayrıca gözaltı süresinden zanlıların sorgusuna, şüphelilerin fişlenmesine kadar birçok konuda AB üyeleri arasında uyum yok. Dahası bazı üyeler AB'nin bu konulardaki kararlarına veya direktiflerine uymuyorlar. Örneğin, İngiltere ve Polonya'nın "AB Temel Haklar Şartı"ndan muaf tutulmaları gibi.
Yeni önlemler "Demokratik hukuk devleti" ruhuna uygun olursa, yani dozu iyi ayarlanırsa ve iyi anlatılırsa, AB ile aramızda bir sorun çıkmayacağına inanıyoruz.
Üzücü olan şu: Türkiye'nin finansal kriz dalgalarının sınırına dayanması nedeniyle ekonomisine yoğunlaşması gereken bir dönemde terörle uğraşmak zorunda kalması gerçekten büyük şanssızlık...