Siz bu satırları okurken, biz de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile ya ABD yolunda, ya da New York'a inmiş olacağız. (Yazıyı okuma saatinize bağlı.)
Oldukça uzun (9 gün) gezinin nedeni, Birleşmiş Milletler'in 63'üncü Genel Kurulu. Gül daha önce birkaç kez Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olarak kürsüye çıktığı (Örneğin 2004'te ve 2006'da) Genel Kurul'da ilk kez olarak Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı sıfatıyla BM üyesi 192 ülkenin temsilcilerine hitap edecek.
Hemen bir parantez açalım. Cumhuriyet tarihinde dış politikada etkin cumhurbaşkanları dönemini rahmetli Turgut Özal açtı. Ardından Süleyman Demirel devam ettirdi. Ahmet Necdet Sezer ile Çankaya Köşkü 7 yıl boyunca dışarıya, dünyaya biraz mesafeli durmayı, inisiyatifi hükümetlere bırakmayı tercih etti. Gül ile yeniden uluslararası ilişkilerde aktif Cumhurbaşkanı profiline dönüldü. Dikkat ederseniz; Çankaya hep siyasetten gelen cumhurbaşkanları dönemlerinde dışa açılıyor.
Parantezi kapatıp devam edelim. Gül'ün New York'a gidiş nedeninde BM Genel Kurulu'ndaki konuşması ana etken olsa da tek neden değil. En az onun kadar önemli birçok faktör ya da gerekçe de sayabiliriz.
Türkiye'nin 47 yıl aradan sonra BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliği (2009-2010 yılları için) şansını yakalaması gibi...
Dünyanın hemen tüm liderlerini bir araya getiren bu en büyük zirvede kanaviçe gibi işlenen ikili görüşmelerin bu yıl her zamankinden daha çok önem kazanması gibi
50 yıllık Arap-İsrail ihtilafına, Irak, Afganistan, İran ve son olarak Rusya-Gürcistan savaşıyla Kafkaslar'daki bunalımların eklenmesiyle dünyanın ağırlık merkezinin, Türkiye'nin tam merkezinde yer aldığı netameli coğrafyaya mıhlanması gibi...
Ama en önemlisi Türkiye'nin böylesine kasırgaların estiği bir bölgede tek sakin liman, savaşan, çatışan tüm tarafların hakemliğine başvurabilecekleri, başvurdukları tek "Ombudsman" konumunu veya sorumluluğunu üstlenmesi gibi...
Evinin önünü temizlemek
Dahası gerek Filistin-İsrail, gerek Suriye-İsrail, gerek Filistinliler arası, gerek Iraklılar arası ve gerekse Kafkaslar'daki gerilimleri düşürmek için çaba harcarken, Kıbrıs'ta barış ve yeniden birleşme, Ermenistan'la da buzları eritme girişimleriyle kendi evinin önünü temizlemek için attığı kararlı ve içten adımlar, Türkiye'nin dürüstlük ve güvenilirlik reytingini katlıyor.
Saydığımız bu satır başları da New York'ta Gül'e -ve onu izleyen biz medya mensuplarına-çok yoğun bir gündemin beklediğini müjdeliyor. Hazırız.
Hele Cumhurbaşkanı'nın bazı temaslarını gerçekten merakla bekliyoruz. Örneğin İsrail ve Suriye temsilcileriyle yapacağı olası görüşmeleri. (Türkiye arabuluculuğuyla İstanbul'da sürdürülen Suriyeİsrail dolaylı görüşmelerinin 17 Eylül'de yapılması gereken 5'inci turu ertelendi. İsrail'in iç sorunları nedeniyle. Oysa 17 Eylül, Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat ile İsrail Başbakanı Menahem Begin'in imzaladıkları Camp David barış antlaşmasının 30'uncu yıldönümüne denk geliyordu. Yazık oldu.)
Ama hiç kuşkusuz New York ziyareti albümünün baş sayfalarından birine Gül'ün Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan'la görüşmesinin karesi yerleştirilecek. Türk ve Ermeni diplomatların Bern'deki üçüncü tur müzakerelerinin hemen sonrasına rastlayacak bu buluşmanın iki ülke arasındaki buzların erimesi sürecini hızlandıracağını iddia etmek, haddini aşan bir cüretkarlık sayılmasa gerek.
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev de New York'a gidebilseydi (15 Ekim'de yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle ülkesinde kalıp kampanyasını yürütmeyi -haklı olarak-tercih etti), Gül üçlü zirveyle Dağlık Karabağ sorununun çözümü yolunda belki de iri bir adım atabilecekti. Yine de Sarkisyan'la görüşmede hem Türkiye-Ermenistan ilişkilerini onarma, hem Dağlık Karabağ sorununu Ankara'nın etkin arabuluculuğuyla çözme yolunda somut bir ilerleme kaydedilirse, ABD'den epey kazanımla dönülmüş olacak.
Özetle bizi New York'ta BM gökdeleninin koridorlarında günler boyu koşuşturma bekliyor.
Tabii bu 8-9 gün boyunca ABD'den yazacağımız için, konularımız el mahkûm diplomasi odaklı ve ağırlıklı olacak. Şimdiden affola.