Başbakan Erdoğan'la günübirlik ziyaret için Şam'a gidip geldik. Erdoğan'ın komşu kapısına dönen Şam'a bu kez gidişinin nedeni: "4'lü zirve"ye katılmak. Zirvenin konusu: Genelde bu coğrafyadaki gelişmeler, özelde ise Türkiye'nin arabuluculuğuyla yürütülen Suriye-İsrail dolaylı barış görüşmeleri.
Zirve çağrısını Suriye Devlet Başkanı Esad yaptı. Arap Birliği Dönem Başkanı olarak. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy AB Dönem Başkanı, Katar Emiri Şeyh Hamad Bin Halife Al Tani ise Körfez İşbirliği Konseyi Dönem Başkanı sıfatıyla davet edildiler. Ya Erdoğan'ın statüsü? O hiçbir örgütün dönem başkanı değil ama rolü en az zirvenin diğer üç aktörü kadar ağırlıklı: "Suriye-İsrail barış sürecini tekrar başlatabilmiş tek ülkenin Başbakan'ı."
Şam zirvesi Dışişleri Bakanı Ali Babacan'ın Körfez İşbirliği Konseyi üyesi 6 ülkenin (Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Umman) dışişleri bakanlarıyla Cidde'de "Mutabakat zaptı" imzalamasının hemen ertesine, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'ın da Libya ziyaretinin ise arefesine denk geldi.
Cidde'de imzalanan belge Türkiye ile Körfez ülkeleri arasında ekonomik ilişkilerin güçlendirilmesini, serbest ticaret anlaşması yapılmasını öngörüyor. Ama ondan da önemlisi, siyasal ve güvenlik alanlarında işbirliği amaçlıyor. Diplomatik çevrelerin Arap basınına yansıyan ifadesiyle, bu, Körfez ülkelerinin İran kaygılarına, hatta korkularına Türkiye güvencesi anlamına geliyor.
Rice'ın Trablusgarp ziyareti ise, ABD'nin 50 yıl sonra Libya'ya dönüşünü simgeliyor. (Libya'ya en son 1957'de Başkan Yardımcısı Richard Nixon gitmişti!)
Tüm yollar Ankara'ya çıkıyor
Özetle bu baş döndürücü coğrafyada dengeler yeniden kuruluyor: Ortadoğu'dan Kafkaslar'a, Avrasya'ya kadar.
Sarkozy'nin selefi Jacques Chirac'ın Suriye politikalarını kökünden değiştirmesinin nedeni de bu. ABD'nin Suudi Arabistan, Mısır ve İsrail üstünden müdahil olduğu, Rusya'nın Suriye üstünden konumunu pekiştirmeye çalıştığı Ortadoğu'da hem Fransa'ya, hem de AB'ye yer açmaya çalışıyor.
Sarkozy gerçi AB Dönem Başkanı olarak ilk uluslararası sınavı Rusya-Gürcistan krizinde arabuluculuk görevini elineyüzüne bulaştırdı (Ateşkes anlaşmasında Gürcistan'ın toprak bütünlüğüne vurgu yapılmamasını kabul etti, Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner'in "AB, Rusya'ya karşı yaptırım kararı alacak" iddiası asılsız çıktı) ama Ortadoğu'ya dönüş girişimlerinin hiçbir sakıncası yok. Nasıl olsa bölge ülkeleri artık Avrupalı, Amerikalı dostlarına ya da müttefiklerine bel bağlamadan kendi başlarının çaresine bakmayı, sorunlarını kendi aralarında çözmeye çalışmayı öğrendi.
İşte bugün 4'lü zirvede Sarkozy, "Suriye-İsrail barış sürecine ben de dahil olayım" diyecek ama iki ülke arasındaki dolaylı görüşmelerin 5'inci turu 18-19 Eylül'de İstanbul'da yapılacak. İsterse buyursun gelsin veya temsilcisini göndersin.
"Buyursun" deyince aklımıza geldi; Sarkozy geçen yıl Yunanistan'ı ziyaret etti, şimdi Suriye'de. İsrail'e de gitti bir süre önce. Allah bilir, Gürcistan'a destek, Ermenistan'a sempati gezilerini de planlamış olabilir. Peki bu coğrafyanın büyük gücü Türkiye'ye ne zaman teşrif edecek? Ne zaman Ortadoğu'da tüm yolların Ankara'ya çıktığını anlayacak, daha doğrusu kabullenecek.
Hem sonra Türkiye, Fransa'ya bir şans daha tanıyarak, ihalelerden dışlama politikasını yumuşattı: "Gaz de France" (Aynı alanda faaliyet gösteren iki şirket birleştiği için şimdi adı "GDF Suez" oldu), İzmit'in doğalgaz dağıtım şirketi İzgaz'ın özelleştirilmesi ihalesini kazandı.
Bu jestin karşılığını beklemek hakkımız olsa gerek: Önce Fransa'nın dönem başkanlığı bitmeden, söz verdiği gibi, AB ile müzakerelerde 2-3 başlığı daha açmalı, daha sonra da en azından AB'nin ve Fransa'nın Ortadoğu ve Kafkas politikalarının yürütülmesinde Türkiye'nin işbirliğini aramalı.
Hoş, aramazsa da keyfi bilir. Yukarda dediğimiz gibi, nasıl olsa bu coğrafya ayaklarının üstünde durmasını öğrendi. Türkiye'nin öncülüğüyle, telkinleriyle, bilinçlendirmesiyle.