"Görüşlerim alışılmadık ölçüde polemik, iğneleyici ve hatalı gelirse, sizden bana öfkelenmemenizi isteyeceğim" diye başladığı konuşmasında şöyle bir tablo çizmişti:
"Tek kutuplu dünya ne demek? Bunu ne kadar süslerseniz süsleyin, sonuç olarak tek tip durum, tek erk, tek güç merkezi, tek efendi anlamına geliyor. Tek egemenin, tek efendinin olduğu bir dünya demek oluyor.
Günümüzde tek kutuplu dünyanın kabul edilemez olmasının yanı sıra, aynı zamanda imkansız olduğu kanısındayım. Çünkü modelin kendisi kusurlu: Modern uygarlık için ahlaki bir temeli yok, olamaz da.
Uluslararası hukukun temel ilkelerinin her geçen gün artan bir şekilde küçümsendiğini görüyoruz. Aslına bakılacak olursa, bağımsız yasal normlar, gittikçe bir devletin hukuk sistemine benziyor. Bu tek devlet, ABD, her yönden ulusal sınırlarının ötesine geçti. Diğer uluslara dayattığı politikalar bunun kanıtı. Peki kim bundan hoşnut? Kim bundan memnun kalıyor?
Berlin Duvarı'nın çöküşü, demokrasi, özgürlük, açıklık ve büyük Avrupa ailesinin tüm fertleriyle kalıcı ortaklık adına yapılan tarihi bir tercihti. Ve şimdi bize yeni ayırma çizgileri, yeni duvarlar dayatıyorlar. "
Bıçak kemiğe dayanınca
10 Şubat 2007'de dönemin Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin'in Münih Güvenlik Konferansı'nda yaptığı konuşmadan satırbaşları bunlar. Hatırladınız mı?
Putin, "Bıçağın kemiğe dayandığı" mesajı verdiği o konuşmada, aralarında NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer'in de bulunduğu dinleyicilere bir de soru yöneltmişti:
"NATO'nun genişlemesi kime karşı? Varşova Paktı'nın sona ermesinden sonra batılı ortaklarımızın verdiği sözler ne oldu? Kimse hatırlamıyor bile. Ben hatırlatayım. NATO Genel Sekreteri Manfred Woerner'in 17 Mayıs 1990'da yaptığı konuşmadan alıntı yapmak istiyorum. Şöyle demişti: 'Almanya dışına NATO ordusu yerleştirmemeye hazır olduğumuz gerçeği, Sovyetler Birliği'ne kesin bir güvenlik garantisidir.' Bu garantiler nerede?"
Haklıydı. Varşova Paktı'nın 1 Temmuz 1991'de dağılmasından sonra dönemin Sovyetler Birliği lideri Mihail Gorbaçev ile Almanya Başbakanı Helmut Kohl arasında bir anlaşma yapılmıştı. Daha sonra "4+2 grubu"nca (Berlin'i işgal eden ABD, İngiltere, Fransa ve Sovyetler Birliği ile iki Almanya) onaylanan bu anlaşmaya göre, NATO güçleri (Aslında ABD birlikleri) Doğu Almanya'ya yayılmayacaktı. Daha da önemlisi, anlaşmayla NATO'nun genişlemeyeceği taahhüt ediliyordu. Dönemin batılı liderleri her fırsatta bu güvenceyi teyid ettiler.
Ama anlaşmanın mürekkebi kurumadan, 1993'te Başkan Clinton, NATO'nun genişlemesi politikalarını uygulamaya koydu.
Polonya, Letonya, Litvanya, Estonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Romanya, Bulgaristan derken, sıra Ukrayna ile Gürcistan'a geldi.
Dört yandan kuşatmak
Ya onlardan sonra? Japonya. Evet, Japonya da NATO'ya alınacak! Çünkü, Rusya'nın Avrupa ve Kafkaslar'daki tecridi tamamlanınca, Uzak Doğu'da da kuşatma stratejileri uygulamaya konacak.
Buna bir de Rusya'nın burnunun dibine füze kalkanları yerleştirilmesini ekleyin
Daha 20 yıl önce dünyanın iki süper gücünden biri olan bir devlet bu kadar aşağılanır mı?
700 yıllık geçmişe sahip bir imparatorluk böylesine aşağılanmaya ne kadar ve nereye kadar katlanabilir?
Daha 20 yıl önce dünyanın yarısına hükmeden bir dev şimdi Baltık Denizi'ne ve Karadeniz'e bile çıkamayacak duruma getirilmesine ne kadar dayanabilir?
Elbette gücünü yeniden toplayıncaya kadar. Onu da Putin'in başkanlığında sadece 8 yılda başardı ve ilk fırsatta dişini gösterdi.
Şimdi Başkan Dimitri Medvedev, "Yeni bir Soğuk Savaş"tan söz ediyor, "Sınırlarımıza füze kalkanı yerleştirilmeye kalkışılırsa cevabımızı askeri yollardan veririz" diye meydan okuyor.
20 yıllık "Detant" dönemi küresel egemenlik hırslarına kurban edildi. Tarih bir fırsat daha tanır mı; kuşkuluyuz.