"Kestane ağacımızın kalan dalları arasından göğün muhteşem mavisine bakıyorum. Ağacım; dallarındaki gümüşe dönüşen su damlaları ve rüzgârda savrulan martıları ile bizi öyle hayran bırakıyor ki, kafesimizden saatlerce ona bakarak umut tazeliyorum. Bu ağaç, onu görecek zaman bulabildiğim sürece burada durdukça, bu masmavi gök, bu parlak güneş onun dalları arasından bana baktıkça, mutsuz olmayacağım."
Anne Frank, ailesiyle birlikte 1942-1944 yılları arasında Amsterdam'da Naziler'den gizlendiği dairede yaşam ve umutla arasındaki tek bağ olan sevgili ağacını böyle anlatıyor. 1944'te ihbar üstüne ailesiyle birlikte yakalanan Anne Frank, Bergen Belsen'deki toplama kampında tifüsten can verdi ama onun 200 yıllık kestane ağacı bugün bile "Umut anıtı" olarak ölüme meydan okuyor.
Anne Frank'ın kestane ağacını bize dün Kıbrıs gazetesi Yeni Düzen'de Sevgül Uludağ'ın bir haberi çağrıştırdı.
34 yıllık vahşet
Sevgül Uludağ yaşamını Kıbrıs'ın 45 yıldır kanayan yarası "Kayıplar"a adamış olan bir meslektaşımız. Bu trajedinin kurbanlarını konu alan "Kıbrıs: Anlatılmayan Öyküler" ve "İncisini Arayan İstiridyeler" adlı kitapları Avrupa'da geniş yankı uyandırdı, ödül aldı.
Daha önce de yazdık, 1981'de BM kararıyla kurulan "Otonom Kayıp Şahıslar Komitesi" 1984'ten bu yana resmi rakamlara göre kayıp olan 502'si Türk, 1468'i Rum toplam 1970 Kıbrıslı'nın izlerini arıyor. Komite bu güne kadar 368 kayıbın kalıntılarına ulaştı, DNA testleri tamamlanıp kimlikleri belirlenen 57'sini ailelerine teslim etti.
Önümüzdeki ay 6'sı Türk, 8'i de Rum 14 kayıp daha ailelerine verilecek. Sevgül Uludağ dün yazısında işte bu Türkler'den 3'ünün, Ahmet Cemal, Erdoğan Enver ve Ünal Adil'in öyküsünü anlattı. Biraz ayrıtılandırarak aktaralım:
Kıbrıs Barış Harekâtı'nın ikinci bölümünün yapıldığı günlerde, 15 Ağustos 1974'te Rum kesiminde kalan Limasol'da yaşamakta olan Ahmet Cemal bahçesindeki ağaçtan bir incir kopardı ve keyifle yedi. Sonra arkadaşlarıyla sohbet etmek için mahallesine yakın bir kahveye gitti. Orada bir masada Erdoğan Enver ve Adil Ünal'la sohbet ederken silahlı Rum milisler kahveyi basıp, üçünü de kaçırdılar.
Üç Türk sapa bir yere, Hacı Yorgo Alamanos manastırı yakınlarında, yalnızca denizden girilebilen bir mağaraya götürüldüler ve kurşuna dizildiler. Milisler cesetlerin bulunmaması için mağarayı dinamitle havaya uçurmaya çalıştılar.
Gel zaman git zaman... Dinamitin kayalarda açtığı delikten bir incir ağacı yükselmeye başladı. Ahmet Cemal'in çürüyen cesediyle birlikte toprağa karışan midesindeki incir artıklarından bir tohum yeşermiş, kayadaki delikten süzülen güneş ışığı sayesinde boy vermişti.
Bir Rum'un merakı
Yine gel zaman git zaman... Hep o bölgeden denize giren "Otonom Kayıp Şahıslar Komitesi"nin Rum üyesi Ksenofon Kallis bir gün çevresini seyrederken gözü o incir ağacına takıldı. Şaşırdı. Çünkü bölge makilikti ve ondan başka hiç ağaç yoktu. Üstelik "Andoliniga" türü olan incir ağacı çevrede de hiç yetişmiyordu.
Ksenefon Kallis ağacın sırrını çözmeye karar verdi. O tür incirin yetiştiği bölgeleri araştırdı, ardından bahçesinde o ağacın bulunabileceği evleri tespit etmek için onlarca kişiyle konuştu. Ve sonunda Ahmet Cemal'in evine ulaştı. Ahmet Cemal ile mağaradaki incir ağacı arasında bir bağ bulunabileceği sonucuna vardı. "Otonom Kayıp Şahıslar Komitesi"ni incir ağacının altını kazmaya ikna etti. Kazdılar. Sonuç: Ağacın kökleri üç Türk'ün kalıntılarını saklıyordu!
Kazıların yapılabilmesi için zorunlu olarak incir ağacı kesildi. Sevgül Uludağ, "Ağaç işlevini yerine getirmişti" diyor. Yani katledilen 3 Türk'ün 34 yıl sonra huzura kavuşmalarını sağlamıştı.
Bahçemdeki 4 kirpim kış uykusundalar. Ağaçlarım da. Çamlarım, akasyalarım, şeftali, kayısı, erik ağaçlarım. Ve bir köşede uyanmak için sabırla baharın gelmesini bekleyen, fidanını Çeşme'den getirip kendi ellerimle diktiğim incir ağacım.
Onları birkaç gündür ihmal ediyorum. Akşam eve dönünce hepsine tek tek sarılıp, dudaklarımla okşayacağım. Çamlarımı, akasyalarımı, şeftali, kayısı, erik ağaçlarımı... Ama incir ağacımı iki kez öpeceğim.