Başbakan Erdoğan dün Madrid'de "Türkiye'nin Kosova'nın bağımsızlığına olumlu baktığını" bildirdi ve ekledi: "Kosova'nın Kıbrıs sorunuyla hiç alakası yok. Kıbrıs ile Kosova'nın durumları çok çok farklı."
ABD Dışişleri Bakanlığı'nın ve Avrupa Konseyi'nin hukukçuları Kosova'nın bağımsızlığını şu gerekçelere dayanarak savunuyorlar:
- 1999'daki NATO bombardımanından bu yana Belgrad hükümetinin Kosova'da hiçbir gücü, etkisi ve yaptırımı yok.
- Kosova ayrı parlamento ve ayrı hükümet ile kendi kendini yönetiyor.
- Ayrı orduya ve ayrı güvenlik gücüne sahip.
- Bayrağı ve parası bile ayrı.
Bu gerekçelerde "Kosova" yerine "KKTC" sözcüğünü koyun; bir şey fark ediyor mu?
KKTC veya Kuzey Kıbrıs da 1974'teki Barış Harekâtı'ndan bu yana "Kıbrıs Cumhuriyeti"nin yönetim alanı dışında. KKTC'nin de ayrı parlamentosu, hükümeti, ordusu ve güvenlik gücü var. Parası ve bayrağı da ayrı.
Zaten bu "Yumurta ikizi" benzerliği nedeniyle Yunanistan ve Rum yönetimi AB'deki ağır basan eğilimin aksine Kosova'nın tek yanlı ilan edeceği bağımsızlığını asla tanımamaya kararlılar. Çünkü Kıbrıs sorununun çözümü için "Emsal" oluşturmasının kaçınılmaz olacağını biliyorlar.
Rusya da yine aynı gerekçeyle Kosova'nın BM Güvenlik Konseyi'nce onaylanmayacak bağımsızlığına şiddetle karşı çıkıyor. Tek yanlı bağımsızlık ilanının "Tanınmayan devletler" için kesinlikle emsal olacağını belirtirken, Güney Osetya, Abhazya, Dağlık Karabağ'ın yanı sıra Kıbrıs'ı da sayıyor.
Ankara'nın alternatif modeli
Erdoğan'ın "Kosova ile Kıbrıs arasında benzerlik yok" yaklaşımının Türkiye ile KKTC'nin 2008 için çizdikleri yol haritasından kaynaklandığını sanıyoruz. "Çözümsüzlük çözüm değildir" ilkesine dayalı bu yol haritasının son durağında bir başka model var. Anlatalım:
Sadece Türkiye ve KKTC değil BM, AB ve ABD de Kıbrıs sorununda yeni bir girişimin başlatılabilmesi için Rum kesiminde gelecek ay yapılacak başkanlık seçiminin sonucunu bekliyorlar.
Seçimi, halen bu görevi sürdüren Tasos Papadopulos dışında bir aday, örneğin AKEL lideri Dimitris Hristofyas kazanırsa, Türkiye derhal BM Genel Sekreteri Ban KiMoon'a yeni bir girişim başlatması çağrısı yapacak. Ama iki koşulla: Yine "Annan Planı" temel oluşturacak ve müzakereler en geç bu yıl sonuna kadar sonuçlandırılacak.
Peki ya Papadopulos kazanırsa? Ban Ki-Moon bu durumda yeni bir girişimin sorumluluğunu üstlenmeye pek niyetli değil. O razı olsa bile Papadopulos, "Annan Planı"nın ısıtılmasını kabul etmeyecek. Zaten her fırsatta bu kararlılığını tekrarlayıp duruyor.
İşte o zaman Türkiye ve KKTC, ortak yol haritasının son durağındaki modelin ambalajını açacaklar: Çekoslovakya çözümü. Kadife ayrılık. Yani iki toplumun önce resmen boşanmaları, daha sonra AB çatısı altında yeniden birleşmeleri. Bu model elbette Hristofyas'ın başkanlığındaki Rum yönetimiyle yapılacak "Son şans" müzakerelerinin sonuç vermemesi durumunda da geçerli olacak.
Ancak bir sorun var: Çekler ve Slovaklar karşılıklı rıza ile ayrıldılar. Yani iki taraf da boşanmayı kabul etti. Bu model Kıbrıs için önerildiğinde Rum tarafı "Hayır" derse ne olacak? Cevap: Kaçınılmaz olarak Kosova emsaline dönülecek. Zira Kıbrıs için başka seçenek kalmayacak.
Erdoğan'ın "Kosova'nın Kıbrıs sorunuyla hiç ilgisi yok" değerlendirmesini "Şimdilik" zarfı ekleyerek okuyun.
Ah unutuyorduk; 10 gün önce kimsenin tanımadığı Abhazya'dan Dışişleri Bakan Yardımcısı Maksim Gvindjiya başkanlığındaki bir heyet KKTC'ye gitti ve resmi görüşmeler sonunda Kuzey Kıbrıs'ta bir temsilcilik açmaya karar verdi. Neden acaba? Sakın "Tanınmayan devletler dayanışması"nın ön adımı olmasın?