Eşinin akrabaları tarafından kızı dağa gönderilmek istenen bir Kürt annenin imdat çığlığını anlattığımız yazıya epey tepki ve cevap aldık. İçlerinden birini çok önemsedik. Aynen aktarıyoruz:
"Ben 1993'te üniversite eğitimimi yarım bırakıp PKK'nın dağ kadrosuna katıldım. Yıllarca birçok bölgede kaldım. Ermenistan, İran ve Rusya'da örgüt adına siyasi faaliyetlerde bulundum. Daha sonra metropol faaliyetleri için gönderildiğim Türkiye'de yakalandım ve müebbet hapis cezası aldım.
Cezamı çekerken çıkarılan Topluma Kazandırma Yasası için başvurdum ve yararlandım. Ama ömrümün 10.5 yılını cezaevinde geçirmiştim. Hem de en verimli, en güzel yıllarımı. Şimdi o yasanın nasıl faydalı olduğuna en güzel örnek, sanırım benim. Çünkü yarım bıraktığım üniversiteye döndüm ve bu yıl bitiriyorum. Ama çok buruk bir duygu var içimde: Çok istediğim halde öğretmen olamayacağım. Çünkü ömür boyu kamudan men cezam devam ediyor. Peki bu nasıl topluma kazandırma?
Her şeye rağmen gelecekle ilgili umutlarım ve hayallerim var. Başaracağıma da inanıyorum. Bu ülkenin vatandaşı olarak yapmam gereken çok şey olduğuna inanıyorum ve yapmak istiyorum ama bütün kapıların yüzüme kapatılmış olduğunu görmek beni üzüyor. Aslında Avrupa'ya da gidebilirdim ama yapmadım, çünkü bu ülkeyi ve insanları seviyorum.
Kesişen kaderler
Size aktarmaya çalıştığım duygularımın ve yaşadıklarımın bundan sonraki süreç için bir ışık olabileceğine inanıyorum. Ne tuhaftır; şu an en yakın dostlarım yıllarca karşı karşıya çarpıştığım, onları öldürmek için can attığım subaylar. Çünkü ancak yüreği kanamış insanlar birbirlerini anlar. Empati kurabilmek için bazen aynı hayatları ya da duyguları yaşamak gerekiyormuş. En sevdiğiniz insan yanınızda öldüğünde onu öldürenleri anlayabilmek, onları ve kendinizi affedebilmek gerçekten çok zor ama çok ulvi bir davranış. Gelin önce hepimiz kendimizi affedelim ve diğer insanlardan özür dileyelim. Ben öldürdüğüm insanların ailelerinden beni affetmelerini diliyorum ama gençliğimin en güzel yıllarını heba ettikleri için bizi yönetenlerden de özür bekliyorum. Çünkü artık geleceğe bakmak istiyorum.
İçim şu an akmak isteyen ama önüne set konulmuş nehirler gibi. Bu ülkenin aydınlarıyla, gazetecileriyle, siyasetçileriyle, askeriyle daha fazla insanın ölmemesi için ne yapabiliriz üzerine saatlerce kafa patlatmak istiyorum. Dikkat ettiyseniz 'İnsan' dedim, asker ya da gerilla demedim, çünkü ikisi de adı Mehmet ya da Agit olan gencecik insanlar. Ama maalesef ne tarihi konuşup tartışabiliyoruz, ne sosyolojiyi, ne reel politikayı. Hep aynı insanlar TV'lere çıkıp bildik iflas etmiş politikaları dillendiriyorlar.
İflas etmiş politikalar
Neden Kürtler'den Güneydoğulular diye söz ediliyor, bir anlam veremiyorum. Bu ülkede Kürtler'i kabul etmek neden bu kadar zor? Oysa ben sınıf arkadaşlarımla beraberken hiçbir şekilde kendimi Kürt diye nitelemiyorum ama okuduğum bir yazıda, izlediğim bir programda Güneydoğulu sözü geçince hemen Kürt olduğum fikri gelip beynime vuruyor.
Ölenlerin sayıya vurulduğu, her iki tarafta da toptan bitirme, yok etme hayallerinin konuşulduğu bir dönemde insanların duygularını yazdığınız için sizinle dertleşme ihtiyacı duydum. Ben de şu an ölmüş olabilirdim ya da hâlâ dağda olabilirdim..."
Herhalde 30'lu yıllarını yaşamakta olan bu eski PKK'lının satırlarında, Türkiye'nin 30 yılını tüketen sorunun kilidini açabilecek anahtarlar gizli:
Sorunu yalnızca PKK'nın tasfiyesine indirgememek. Pişman olanları, devlete sığınanları "Affettim, haydi ne haliniz varsa görün" diye kaderine terk etmemek, tam tersine onları Türkiye Cumhuriyeti'nin tüm haklara sahip, fırsat eşitliğinden yararlanabilen yurttaşları yapabilmek. Bugüne kadar hiçbir sonuç vermemiş, bundan sonra da asla vermeyecek inkâraasimilasyona dayalı yaklaşımlardan vazgeçmek. Yakın geçmişle, hatta gerekiyorsa Cumhuriyet'in kuruluşuna kadar giden zaman dilimiyle yüzleşme cesaretini göstermek...
Tek kelimeyle; yeniden kardeş olmak.
Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek'in sözünü ettiği "Kardeşlik Projesi" bu mu? Umarız.