Hindistan dün, Pakistan önceki gün bağımsızlıklarının 60'ıncı yıldönümünü kutladılar.
Hindistan'ın ilk Başbakanı Jawaharlal Nehru, 14 Ağustos 1947'yi 15 Ağustos'a bağlayan gece, halka bağımsızlığı şöyle müjdelemişti: "Uykudaki dünyada az sonra saatler geceyarısını çalarken Hindistan uyanacak. Bu gece gökyüzünde yeni bir yıldız parlayacak ve yeni bir umut doğacak."
Pakistan'ın kurucusu Muhammed Ali Cinnah'ın bağımsızlık müjdesi de şöyleydi: "Artık barış ve uyum içinde yaşayabileceğimiz bir yurdumuz var. Ufkumuzu birlik, inanç ve disiplin ideallerimiz aydınlatacak."
Hindistan ve Pakistan yola eşit koşullarda çıktılar. Ama 60 yıl sonra bugün aralarında dağlar var.
1.1 milyar nüfuslu Hindistan artık sadece "Dünyanın en büyük demokrasisi" değil, 800 milyar dolar gayri safi milli hasılasıyla dünyanın en güçlü ekonomilerinden de biri. Yıllık ortalama yüzde 9 büyüme hızıyla Çin'in ardından ikinci sırayı alıyor ve 2010'da Çin'i de geçmesi bekleniyor. Bilişim sektöründeki büyüme ise hiçbir yıl yüzde 50'nin altına inmiyor. Sadece yazılım ihracatından yılda 10 milyar dolar kazanıyor. Üniversitelerinden her yıl 500 bin mühendis mezun oluyor.
Elbette hâlâ yoksulluk, beslenme yetersizliği, cahillik (Yüzde 40'ı okuma-yazma bilmiyor) gibi sorunları var ama Başbakan Manmohan Singh'in ifadesiyle, en geç 10 yıl sonra bu sorunlar da aşılacak ve "Hindistan düşlerini gerçekleştirmiş olacak." Ülkenin en büyük gazetesi "The Times of India"nın manşetiyle özetlersek, "Özgür, demokratik ve hızla büyüyen Hindistan, bugün her zamankinden daha seksi!"
Cinnah'ın mirası yok oldu
Ya Pakistan? Küçümsenmeyecek büyüme hızına (Yüzde 7), nüfus zenginliğine (165 milyon), doğal kaynaklarına rağmen rejim çöküşün, ülke kaosun, devlet dağılmanın eşiğinde. Devlet Başkanı General Pervez Müşerref, "Taliban hızla Pakistan'a yayılıyor" diye çırpınıyor, Benazir Butta sürgünden "İslami ihtilal kapıda" uyarıları yapıyor. Ve Pakistan sadece 25 yılda bu noktaya geldi.
Neden? Cinnah laik bir rejim kurmuştu. 1980'de darbeyle iktidarı ele geçiren General Ziya-Ül Hak anayasayı değiştirip "İslam Cumhuriyeti"ne dönüştürdü. ABD de "Yeşil Kuşak" stratejisi nedeniyle destek verdi.
Oysa Pakistan'da bugün bile halkın yüzde 80'i laik, sadece yüzde 2'si köktendinci. Ama o yüzde 2, ülkedeki 17 bini aşkın medresenin çoğunda her yıl yüzbinlerce genci Taliban-El Kaide tornasından geçirerek toplumu kuşatıyor. Hedeflerini de gizlemiyor: "Zamanımız, sabrımız, inancımız var; mücadelemiz 100 yıl da sürse, Pakistan'ı halifelik yapacağız."
Hindistan daha 1947'de "Tapınak ile devleti ayırarak" bugünlere geldi.
Pakistan ise 1980'de "Cami ile devleti birleştirerek" ve ordusu da toplumsal talepleri bastırmak için bu tercihe destek vererek bugünkü kaosun altyapısını hazırladı. Oysa bugün bile ülkedeki tüm askeri okullarda en büyük eseri "Laik cumhuriyet" olan Mustafa Kemal Atatürk'ün portreleri asılı.
Hindistan'ın bağımsızlığının 100'üncü yıldını dünyanın en parlak yıldızlarından biri olarak kutlayacağı kesin. Pakistan'ın ise 100'üncü yılını görüp görmeyeceği şüpheli.
Ancak Pakistan çöküşüne asla izin verilemeyecek kadar önemli bir ülke. Samuel Hunhington, "Medeniyetler Çatışması"nda şöyle diyor:
"Türkiye ve Pakistan, Batı'nın çoktan kilit vurmuş olması gereken iki geçiş anahtarıdır."