Bu, son iki haftada IMF ile ilgili üçüncü yazımız oluyor. Doğal. IMF hem Türkiye'de, hem de dünyada gündemin üst sıralarında yer alıyor.
Türkiye'de seçim sonrası ekonomik politikalarda IMF'nin rolü sorgulanıyor. Dünyada ise IMF başkanlığına aday gösterilen Fransız sosyalist iktisatçıpolitikacı Dominique StraussKahn'ın kurumda reform projeleri tartışılıyor.
Başbakan Erdoğan "Kanal A"da gazetecilerin sorularını yanıtlarken IMF'yi iki nedenden ötürü önemsediğini anlattı: 1-Yatırımcıların IMF'ye danışıp olumlu görüş aldıktan sonra Türkiye'ye gelmeleri. Yani "IMF'nin bir akredite kuruluşu olması." 2-En düşük faizli kredinin IMF'den sağlanması. Erdoğan "Ben parayı en ucuz kimden alacaksam, o kapıya yönelirim" diye ekledi.
IMF yetkilileri bu açıklamayı duyunca derin bir "Oh" çekmiş olmalılar. Zira Türkiye de borcunu kapatıp 2008 Mayıs'ında dolacak standby anlaşmasını yenilemezse işsiz kalacak.
Sadece işsiz kalsa neyse; dükkanı açtığı kredilerden elde ettiği faizle çevirdiği için, personelinin (2700 kişi) maaşını ödemekte bile sıkıntıya düşecek.
Çünkü Türkiye, IMF'nin en önemli müşterisi. Kredi portföyünün yüzde 75'i bize açtığı kredilerden meydana geliyor. Rusya, Brezilya, Arjantin, Endonezya, Tayland, Güney Kore gibi diğer büyük borçlular teker teker hem de vadesinden öncehesabı kapatıp veda ettiler. Hatta Bolivya gibi, yoksul Afrika ülkeleri gibi küçük borçlular bile IMF denetiminden bir an önce çıkmak için aynı yolu izlediler.
Üstelik herkes bir daha IMF'ye muhtaç olmamak için çeşitli seçenekler geliştirdi, geliştiriyor.
- Örneğin Asya ülkeleri döviz rezervlerinin bir bölümüyle ortak havuz oluşturdular. Parası spekülatörlerin hedefi olan ülke bu havuzun desteğiyle tehlikeyi savuşturuyor.
- Latin Amerika ülkeleri ise IMF ve Dünya Bankası'nın işlevini üstlenecek "Güney Bankası" kuruyor. Bu banka hem kredi açacak, hem de üye ülkelerin altyapı yatırımlarını finanse edecek.
- Çin, Afrika için IMF kredisinden de ucuz 30 milyar dolarlık fon hazırladı.
Özel sektörün dış borçları
Özetle IMF ciddi bir güven bunalımı yaşıyor. Bunda iki faktör çok etkili oldu: 1-IMF'nin 1997'deki Asya krizini görememesi. 2-Arjantin'in 2001 krizinden IMF'siz kurtulması.
Biz Arjantin örneği nedeniyle Erdoğan'ın "Yabancı yatırımların yolu IMF'den geçiyor" görüşüne pek katılamıyoruz. Bizimle eş zamanlı olarak krize giren Arjantin, IMF'nin yeşil ışığı olmamasına rağmen düzlüğe çıkmasını sağlayan dış finansman kaynaklarına ulaştı. Sadece o mu? Bolivya da IMF ile standby anlaşmasını yenilememesine rağmen, ABD'den ve AB'den mali destek almaya devam ediyor. Aynı durum Nijerya için de geçerli. Şimdi IMF bu örneklerin emsal oluşturmasından kaygılanıyor.
Bununla birlikte geçenlerde "Wall Street Journal"de uzun bir yazıya da konu olan Türkiye'deki yabancı yatırımcıların kaygılarını ve ekonomik istikrar için bir "Çıpa"nın şart olduğu görüşünü paylaşıyoruz. Özel sektörün dış borçları nedeniyle.
Bugün Türkiye'nin toplam 214 milyar dolar olan dış borç stokunun yüzde 60'ına yakını (126.5 milyar dolar) özel sektörün omuzlarında bulunuyor. Ve Merkez Bankası'nın uyarılarına rağmen bankalar da, şirketler de dış borçlanmaya devam ediyor.
Bu da ekonomik istikrardaki en küçük sarsıntıda, özel sektörün topun ağzında olacağı anlamına geliyor. Unutmayın, 1997'deki Asya krizine de özel sektörün dış borçları yol açmıştı.
O yüzden Türkiye'ye bir süre daha "Çıpa" gerekli. Ama dış, ama iç...