Başbakan Erdoğan'ın "Sulu, uçuk vaat yok" dediği AK Parti'nin seçim bildirgesinde sosyal güvenlik "Emeklileri enflasyona ezdirmeyeceğiz" gibi genel ifadelerle geçiştiriliyor.
Buradan AK Parti'nin bir kenarda bekleyen sosyal güvenlik reformuna sahip çıktığı sonucuna varabiliriz.
CHP ise seçim bildirgesinde emeklilik için 9 bin gün (2030'lu yıllarda) prim ödeme koşulunun ağır olduğunu, 7 bin güne indireceğini vaat ediyor.
Hangisi gerçekçi veya makul? Sorunun yanıtını OECD'nin (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) geçenlerde yayınladığı iki raporun yardımıyla arayalım.
Raporların ilki OECD üyelerinde (30 ülke) emeklilik reformlarının son durumuyla ilgili. Şöyle deniyor: "Sosyal güvenlik reformlarıyla, yakın bir gelecekte üye ülkelerin çoğunda en erken emeklilik yaşı 65 olacak. Bunun için de 40 yıl çalışılıp prim ödenmesi gerekecek."
Ancak bazı ülkelerde reformların çok ağır ilerlediği belirtiliyor, örnek olarak Türkiye gösteriliyor ve şu değerlendirme yapılıyor: "Türkiye'de yeni emeklilik yaşı olan 65'e ancak 2043'te ulaşılabilecek. O da erkekler için. Kadınlara çok daha geç bir tarih öngörülüyor. Bu da Türkiye'de emeklilik sistemi için harcamaların (bütçeden aktarılan fonların) daha onlarca yıl yüksek kalacağı anlamına geliyor. Ne var ki, mali baskılar, hızlı reformlardan çok daha ağır sorunlara yol açabilecek kısa vadeli ayarlamaları kaçınılmaz duruma getirebilir.
" Açıkçası, "65 yaşın yürürlük tarihi öne çekilmezse, çok daha acı reçetelere hazır olunması gerektiği" uyarısı yapılıyor.
Kenara para koymak
OECD'nin ikinci raporu ise, küreselleşmenin istihdama etkisi üstüne. Onda da "Şimdilik" küreselleşmenin gelişmiş ülkelerde işsizliği artırmadığı, ancak ücretleri aşağı çektiği sonucuna varılıyor. "Şimdilik" de şöyle açılıyor: Halen dünya işgücünün yüzde 45'ini Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin'den oluşan 4'ler grubu, yüzde 20'sini de OECD ülkeleri sağlıyor. Bu da, yakında OECD bölgesi çalışanlarının 4'ler grubunun keskin rekabetini göğüslemek zorunda kalacağı anlamına geliyor. Böyle bir gelişmenin olası sonuçları şöyle sayılıyor: Ücretler üstünde baskının artması, çalışanların pazarlık gücünün zayıflaması, iş güvenliği zırhının delinmesi.
Çözüm? OECD çalışanlara özellikle maaşlarının düşeceği emeklilik dönemi için kenara para koymalarını, devletlere ise niteliksiz işgücüne sürekli eğitim vermelerini, "Savaş cephanesi" olarak sosyal güvenlik fonlarını güçlendirmelerini tavsiye ediyor.
Gelelim bu raporlar ışığında vardığımız sonuca:
- Sosyal güvenlik fonları oluşturmak bir yana, sosyal güvenliğin günü kurtarmasını sağlayacak mali dengeler kurulamazsa...
- Niteliksiz işgücünün sürekli eğitimi için gerekli kaynaklar sosyal güvenlik açığının finansmanında kullanılırsa...
- Bunun sonucu hem niteliksiz işgücünde işsizlik artar, hem de iş bulabilenler "Kötü günler" için kenara para koymak bir yana geçimlerini bile sağlayamayacak ücrete razı olmak zorunda kalırsa...
- Genç yaşta emekli edilenlere ancak yoksulluk maaşı verilebilirse...
Bu işin altından nasıl kalkılacak? Daha açıkçası, bu sistem daha ne kadar götürebilecek?
İtalya Başbakanı Romano Prodi, "Oy kaybetmeden reform yapmanın bir yolu var mı? Bunun formülünü bulana barış, ekonomi ve siyaset Nobel ödüllerinin verilmesini önereceğim" diyor.
Hayır, oy kaybetmeyi göze almadan reform yapmanın yolu yok. Ancak oy için yarınları tehlikeye atmanın tüm toplumun ödeyeceği epey ağırbir bedeli var.