Cumhuriyet Bayramı mesajlarını okurken CHP lideri Baykal'ın bir cümlesi dikkatimizi çekti:
"Türkiye'de her demokrat önce cumhuriyetçi olmak zorundadır. Demokrasi ile cumhuriyet arasında bir çelişki yoktur. Demokrasi ancak laik cumhuriyet temelinde yükselir."
Gerçekten de "Cumhuriyet" ve "Demokrasi" sözcükleri aynı kavramın eşanlamlıları olarak algılanıyor. Örneğin cumhuriyetin tanımı sorulduğunda genellikle şu yanıtlarla karşılaşılıyor:
"Halkın ülke yönetimiyle ilgili kararları bizzat veya temsilcileri aracılığıyla alması", "Halkın halk tarafından yönetildiği rejim."
Oysa bu yanıtlarla cumhuriyet değil, demokrasi anlatılıyor.
Cumhuriyetin genel kabul görmüş tanımı şöyle: "Devlet başkanlığının irsi olarak intikal etmediği rejim şekli." Karşıtları veya alternatifleri de monarşi ya da Osmanlı'daki adıyla padişahlık (İktidarın bir kişide olması), diktatörlük (İktidarın irsi olmayan biçimde bir kişide toplanması), aristokrasi (Yönetimin bir zümre tekelinde bulunması) diye sayılabilir. Ah, İran gibi ülkelere özgü bir model daha var: Teokrasi (İktidarın ulemada olması!)
Her cumhuriyet demokratik olmadığı gibi, her demokratik rejim de cumhuriyet sınıfına girmiyor. Örneğin İran cumhuriyet ama son sözü halk değil, ulema, o sınıf adına da Ayetullah Hameney söylüyor. Eski Doğu ülkeleri de kendilerini "Demokratik cumhuriyet" diye adlandırıyorlardı ama siyaset bilimcisi Maurice Duverger'in ifadesiyle "Halksız demokrasi"ydiler. Ve nihayet hem monarşi ya da meşruti krallık, hem de demokrasinin birarada bulunduğu epeyce örnek de sayılabilir.
Cumhuriyet fazilettir
Aslında "Cumhuriyet" ve "Demokrasi" tartışmaları Montesquieu'ye (1689-1755) ve Jean-Jacques Rousseau'ya (1712-1778) kadar gidiyor. Bu iki kavramı ilk kaynaştıran Fransız İhtilali'nin beyinlerinden Maxmilien Robespierre (1758-1794) oldu. 5 Şubat 1794'te, giyotine gönderilmeden 5.5 ay önce parlamentoda "Siyasetin ahlaki ilkeleri" konulu konuşmasında şöyle diyordu:
" Demokrasinin özünü erdem (fazilet) oluşturur. Ve erdem sadece cumhuriyette var olabilir . Monarşide vatanını sevebilen, bunun için erdeme de ihtiyaç duymayan tek kişi tanıdım: Kral. Çünkü bu topraklarda yaşayan bizler arasında sadece o vatan sahibiydi ya da vatanın tek sahibi oydu. Öyle ya; tek egemen değil miydi? Halkın yerini almıyor muydu? Bizler kendimizi yurttaş ve söz sahibi görmedikçe bu toprakları nasıl vatan olarak sahiplenebilirdik? Devletin onu oluşturan ve onu savunabilecek tüm bireylerin vatanı olabileceği tek rejim cumhuriyettir." (Atatürk de "Cumhuriyet fazilettir" demiyor mu?)
Özetlersek; cumhuriyet kavramı rejimi tanımlıyor, demokrasi ise onun unsurlarından birini. Nitekim Anayasamız da değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek ilk iki maddesinde bu ayırımı net ve somut biçimde yapıyor:
Madde 1: Türkiye devleti bir cumhuriyettir.
Madde 2: Türkiye Cumhuriyeti (demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.
Peki Baykal, "Türkiye'de her demokrat önce cumhuriyetçi olmak zorundad" ifadesiyle ne demek istedi? Padişahlığı geri getirmek kimsenin aklından bile geçmiyor. Yani, cumhuriyet rejimi bu topraklarda yaşayan herkes tarafından özümsenmiş durumda. Hatta, Osmanlı'nın son zamanlarda sıkça gelipgiden bilmem kaçıncı kuşaktan torunları bile "Cumhuriyetçi" olduklarını söylüyorlar. Kısacası, Anayasa'nın 1'inci maddesinde kimsenin itirazı yok.
Baykal sanırız, 2'nci maddede sayılan, cumhuriyetin dayandığı sütunlardan birinde çatlaklar oluşmaya başladığını söylemek istiyor. Acaba hangisi dersiniz?