İnsan hakları dediğimiz evrensel değerleri besleyen kaynakların pek çoğu bugün 80'inci yaşgünü kutlanan Kraliçe 2'nci Elizabeth'in (God Save the Queen!) ülkesi İngiltere'de doğdu.
Hangi birini sayalım ki... 1215'te "Magna Carta Libertatum" (Büyük Özgürlük Fermanı), 1628'de "Petition of Rights" (Haklar Bildirisi), 1679'da "Habeas Corpus Act" (Bireyin Dokunulmazlığı Yasası), 1689'da "Bill of Rights" (Haklar Yasası). Liste uzayıp gidiyor...
Her biri uzun mücadeleler sonucu kazanılmış bu hak ve özgürlüklerle, hukukun üstünlüğü, suç ve cezada yasallık ilkesi, yasal dayanağı ve yargıç kararı olmadan özgürlüklerin kısıtlanamaması, yasama-yürütme-yargı erkleri ayırımı, serbest seçim, düşünce ve ifade özgürlüğü gibi, çağımızda demokratik rejimlerin temellerini oluşturan değerler yerleşti.
Ayrıca yine bu insan hakları belgelerinde "Hem bireysel özgürlükleri güvenceye alacak, hem de toplumsal yaşamın zorunlu kısıtlamalarını meşru kılacak" sihirli formül arandı. Örneğin "Habeas Corpus Act"ta "İktidarın, yani gücün keyfiliğine karşı vatandaşın haklarını korumanın zorunluluğu" vurgulandı. Ama ondan 10 yıl sonra yürürlüğe giren "Haklar Yasası"nda ise "İnsanların güvenliği" temel bireysel özgürlükler arasında sayıldı.
Günümüzde bu formülden "Özgürlük-güvenlik dengesi" diye söz ediliyor.
Dengeleri korumak
Öylesine hassas bir denge ki bu, terazinin kefelerinden birinin ağır basması, özgürlüklerin genişletilmesi uğruna güvenliğin arka plana itilmesi veya tam tersine güvenlik gerekçesiyle temel özgürlüklerin kısıtlanması, sonunda demokrasiyi kırılgan hale getiriyor . İşte bu tehlike, demokratik rejimlere özgürlükleri korurken, düzeni de sağlama görevi yüklüyor. Cambazın ip üstünde dengesini korumaya çalışması kadar zorlu bir sınav.
Ne yazık ki, günümüzün toplumları kemiren terör habis uru nedeniyle (unutmayın; korku demokrasilerin en büyük düşmanıdır) dünyanın tüm ülkeleri peşpeşe bu sınavdan geçmek zorunda kalıyorlar. Sıra Türkiye'ye geldi. Önümüzdeki hafta Meclis'te ele alınması beklenen Terörle Mücadele Yasası'nda değişiklik yapan tasarı nedeniyle.
Adalet Bakanı Cemil Çiçek "Özgürlüklerin kısıtlanmayacağı" güvencesi veriyor ama "Hepimizin güvenliğe ihtiyacı var" diye eklemek ihtiyacını duyuyor.
Karşı görüştekiler ise bu tasarı yasalaşınca "Herkesin canının yanacağını" iddia ediyor. Hatta "Sürekli sıkıyönetim düzenine geçileceğini", "Tüm suçların terör kapsamına alınacağını", "Hak savunucularının ve basının susturulacağını", "AB uyum paketleriyle sağlanan özgürlüklerin yitirileceğini", "Demokrasinin fiilen askıya alınacağını" öne sürenler bile var.
Demokratik güvenlik
Bu kaygı ve korku bulutları ancak bir şekilde dağıtılabilir: Meclis'teki görüşmelerin geniş, katılımcı, şeffaf ve inandırıcı bir tartışma ortamında yürütülmesi. Bu da iktidar ve muhalefet partilerinin çok sıkı bir çalışma yapmasıyla mümkün olabilir.
Tabii olmazsa olmaz bir koşul da, yasayı uygulayacak devlet birimlerinin tüm kararlarının ve işlemlerinin yargı denetiminden geçmesi. Ayrıca sivil toplumun sesine kulak verilmesi. Çünkü devlet yurttaşları değil, yurttaşlar devleti denetlemeli.
Özgürlükler ve adalet zedelenmeden devlet otoritesinin pekiştirilmesi bu şekilde sağlanabilir.
Güçlü devlet, bağımsız ve cesur adalet, haklar, özgürlükler ve sorumluluklar arasında meşru ve adil bir denge... Özetle "Demokratik güvenlik"... Gözetilmesi ve özenle korunması gereken ilke bu olmalı.