Küreselleşme her alanda olduğu gibi kapitalizmin ya da günümüzdeki yaygın tanımıyla liberal ekonomik düzenin felsefesinde de köklü değişimlere yol açıyor.
1960'lardan itibaren uzun süre hükümetlerin ve özel sektörün politikalarına damgasını vuran "Chicago Okulu"nun kurucusu Milton Friedman, işletmelerin tek sosyal sorumluluğunun "Kârını artırmak" olduğunu savunuyordu. Ona göre, bir şirketin sadece ortaklarına karşı yükümlülükleri vardı. Friedman'ın bu görüşleri "Bir işletmenin nihai hedefi, ortaklarının kısa vadeli ve sınırsız memnuniyet beklentilerini karşılamaktır" formülüyle, kapitalizmin temel ilkelerinden biri haline geldi.
Günümüzde bu ilke artık büyük ölçüde "çağdışı" kabul ediliyor. Küreselleşmeyle dünyanın her yerinde doğal kaynakların ve zenginliklerin "Çokuluslu gruplar" dediğimiz belli ellerde toplanması nedeniyle. Milyar dolarlarla ifade edilen kârlar sağlayan bu grupların politikaları ve tercihleriyle siyasal, sosyal, ekonomik dengeleri değiştirecekleri, hatta değiştirdikleri görülünce, sivil toplumun baskısıyla yeni bir kavram doğdu: "Küresel sorumluluk." Bir başka deyişle, "Küresel etik anlayışı."
BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Davos Ekonomik Forumu'nun 1999 yılı toplantısında bu taleplere yanıt olabilecek bir öneride bulundu: "BM, iş dünyası ve sivil toplum elele verip bir platform oluştursun." Bu öneriden 26 Temmuz 2000'de New York'taki BM merkezinde imzaya açılan
"Global Compact" doğdu. Yani "Küresel İşbirliği Anlaşması."
Daha insancıl küreselleşme
"Piyasaların gücü ile insanlığın ideallerini birleştirmeyi" amaçlayan anlaşma, "İnsan hakları, çalışma koşulları, çevre, temiz toplum"la ilgili evrensel ilkeler getiriyor. Yani herkese "Kendi alanında daha insancıl bir küreselleşmeye katkıda bulunma" görevi yüklüyor.
Somuta indirgeyip başta 9 olan ama bugün 15'e yükselen ilkelerden birkaç örnek verelim: İnsan haklarına saygı göstermek ve bu hakları ihlal edenlerin işbirlikçisi olmamak, çocuk işçi çalıştırmamak, her türlü ayırımcılığı reddetmek, örgütlenme özgürlüğü ve toplu sözleşme hakkı tanımak, çevre sorunlarına duyarlı olmak, tehdit ve rüşvet dahil etik dışı her türlü davranışa karşı çıkmak, yoksul ülkelerde sürdürülebilir kalkınmaya imkan verecek yatırımlara yönelmek...
Gerçi anlaşmanın bağlayıcılığı yok, taahhütlerine uymayanlara yaptırım da getirmiyor ama imza koyan şirketlere BM'nin "Global Compact" logosunu kullanma hakkı tanıması nedeniyle, manevi sorumluluğu ağır. Ayrıca sivil toplumun bu "Logo"yu etik not olarak algılaması, onu kullanma hakkını elde eden şirketlere çok ciddi, tehlikeye sokulmaması gereken bir "Saygınlık getirisi" sağlıyor.
Bildiğimiz kadarıyla Türkiye'den 50 kadar grup ve şirket bu sözleşmeye katılmak için irade beyanında bulundu, ancak ilk imza koyan Koç Topluluğu oldu. Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç'un açıklamalarından bu sonuç çıkıyor.
Türk ekonomisi küremizin en büyüklerinden biri (17'nci) olduğuna göre, o ekonominin önde gelen aktörlerinin küresel sorumluluk üstlenmelerini "İnsanlık borcu" olarak görüyoruz.
Koç Holding örnekleri artmalı. O örnekler ne kadar çoğalırsa, Türkiye'nin etik değeri de o kadar artacak.
NOT: Sait Çürükkaya'nın 14 PKK'lıyla ilgili tespitlerini anlattığımız dünkü yazımızda bir maddi hata yaptık. "Apo'nun Ayetleri" kitabını Sait Çürükkaya değil, kardeşi Selim Çürükkaya yazdı. Düzeltir, özür dileriz.