Rahmetli Sakıp Sabancı tanıdığım en sevimli insanlardan biriydi. Toplumun kendisini anlamasını, onaylamasını ve sevmesini de çok isterdi.
Yabancı bayisi olmadığı, denizaşırı zulalara vergi kaçağı servet yığmadığı, yurdundan kazandığını yine yurduna yatırdığı için -kurulu düzenin ölçüleriylebuna layıktı da.
Ne kadar çok çalıştığını tatlı şivesiyle anlatırdı her konuşmasında. "Ağam, yani çalışmakla mı zengin olunuyor?" diye takılırdım. "Elbette, elbette" derdi ciddiyetle.
Bir keresinde beni alıp Adana'ya götürdü, evinde konuk etti. Ertesi gün sabahın köründen gece karanlığına kadar bölgedeki fabrikaları birlikte dolaştık. Hepsini hamaratlık kanıtları sayıyordu.
Sonunda o konuda kitap da yazdı, refaha giden yolun çalışmaktan geçtiği tezini kamuoyuna bir de o yoldan duyurdu. Atlı Köşk'teki basına sunuş daveti kalabalıktı. Masa üstüne yığılı kitaplardan birini alıp karıştırdım. "Çalış, senin de olur" türünden öğütlerle doluydu.
Büyük servetlerin çalışmaktan çok çalıştırmaktan kaynaklandığını, haylisinin kökünde de cingözlükler bulunduğunu bilmeyen yoktur. Kitabın sevdiğim yazarının alay konusu edilmesi olasılığı hoşuma gitmedi.
Ayrılırken onu göremeyince kapıda eşine anlattım kaygımı. "Lütfen Sakıp Beye siz de söyleyin, nasıl zengin olunduğu sorununu kurcalamak gereksiz" dedim. Türkan Hanım ses çıkarmadı ama kaşları çatıldı hafifçe.
Bir daha da Atlı Köşk'e davet edilmedim.