Ne halt ettiği kestirilemeyen kimselere "sağı solu belli değil" deriz ya. Kamuoyumuzun bir kesimi de aynen öyle.
Lafta insancıl, ilerici, Atatürkçü (yani antiemperyalist) kişiler. Ama yurt içinde kentleri istila etmiş göbek kaşıyıcılardan iğrenir, yurt dışında da "Araplar çoraplar" gözüyle baktıkları uluslardan uzak durma kaygısıyla saldırgan ve küstah Batı'nın yanında saf tutarlar.
Çirkinliği bir yana, çıkarcılığa bile ters düşen akılsızca bir tavır bu.
"Fakirden sakın, zengine sürtün" gibi laflara inanmış dalkavuk ruhlu enayiler vardır. İşini sağlam tutmuş, sade ama borçsuz harçsız yaşayan komşularına burun kıvırır da, lüks arabayla dolaşan batık serserilere sırnaşırlar. Orta Doğulu ya da Asyalı sayılmaktan ödü kopup "Batılı" gibi görülmeye can atanlarımız o durumda. Telaştalar: "Ne yaptık! Batı'yı kızdırıp çurçur ülkelerin koluna giriyoruz!"
Taktığımız adını güneşin batışından alan Batı şimdi kendi batıyor ağır ağır. Onun gören gözleri ve düşünen kafaları Doğu'daki yükselişin farkındalar.
Darısı başımıza.
***
Çok da meraksız insanlarız. Tenezzülen yeni kader ortaklığımıza kabul ettiğimiz ıvır zıvır ülkelerin bugün ne durumda olduklarına bakanımız pek az.
Örneğin Brezilya deyince, sambacı futbolculardan başka ne geliyor aklımıza?
Gerçi spor sonuçları da ulusların başarı barometrelerinden biridir. Bu sefer katılmayı bile beceremediğimiz Dünya Kupası'nı beş kez kazanabilmiş tek ülke Brezilya.
Nüfusu 200 milyon civarında. Gerek o kıstasla, gerek yüzölçümü bakımından dünyanın beşinci en büyüğü. Ekonomi açısından sekizinci. Kişi başına yıllık geliri 10 bin doların üstünde. Kredi almıyor, veriyor.
İtaipu adlı hidroelektrik barajı dünyanın en büyüğü. Üçüncü en büyük uçak fabrikasına da sahip. Birleşmiş Milletler'in kurucu üyelerinden. Bugünkü siyasal durumu istikrarlı. Terör, bölücülük, laiklik yandaşlığı ve karşıtlığı gibi dertleri yok. Silahlı kuvvetlerindeki görevli sayısı yaklaşık 400 bin; 700 kadar savaş uçağı, donanmasında uçak gemisi var.
Ne dersiniz, koluna girmekle kendimizi küçültmüş mü oluruz?
***
Ülkelerin istatistikleri kadar yöneticilerinin kişilikleri de önemlidir. Brezilya'nın 2002'den beri başında bulunan Lula da Silva'nın yaşam öyküsü çok renkli. Bir azim ve dayanıklılık destanı.
Sorumsuzluk örneği babası, sekiz çocuktan yedincisi olan Lula'nın doğumundan iki hafta sonra karısının kuziniyle başka bir kente göçmüş. Aileyi geçindirmek için canını dişine takan kadın yedi yıl dayandıktan sonra çocukları bir kamyon kasasına doldurup 13 gün yol alarak adamın yanına gitmiş. Bakmış ki o öteki kadınla yeni çocuklar yapmış.
İki aile dört yıl boyunca yan yana yaşamayı denerken cehennem azabı çekmişler. Sonunda Lula'nın annesi tekrar pes edip başka kente taşınmış, pis işlerin döndüğü bir barın gerisinde tek odaya yerleşmiş. Çocuklara nasıl baktığı pek bilinmiyor. Bir daha görmedikleri kocası alkolik olup ölmüş.
Lula'nın eğitimi yok gibi. Okumayı 10 yaşında öğrenmiş. İlkokulu bitirmeden bırakıp sokaklarda ayakkabı boyacılığı yaparak aileye para getirmiş. Sonra bir fabrikada iş bulmuş. Ama 19 yaşındayken bir makine kazasında sol elinin serçe parmağı kopmuş. Koşarak gittiği hastanede parası çıkışmadığı için geri çevrilmiş. Hastaneden hastaneye koşarken politikaya girmeye, insan yaşamını rezillikten kurtarmak için elinden geleni yapmaya ahdetmiş.
Ondan sonrası emekçi örgütlerinde canla başla çalışarak, militarizm ve faşizm ile yüreklice çarpışarak yükselişin, hapse girip çıkışın, parti kuruşun, seçimlerde yenildikçe havlu atmayışın hikayesi. Sonuçtaki başarının sırrı yığınlarla kaynaşma, onların güvenini ve sevgisini kazanma, popülizme kaymadan hep akıl çizgisinde kalabilme.
Lula iktidara geldiğinde Arjantin iflas etmişti; dünya finans çevreleri darboğazdaki Brezilya'da onun
"aşırı sol" politikalarla yapay krizler yaratmasından korkuyorlardı. Lula doğrudan yardımlarla halk desteğini pekiştirdi, kısa sürede reformlar yaptı, enflasyonu düşürdü, ekonomiyi borç batağından çıkarıp şaha kaldırdı.
Londra'da 2009 yılının nisan ayında yapılan G-20 zirvesinde Obama parmağını Lula'ya uzatarak
"İşte harika adam!" diye seslendi.
"Dünyada en sevilen politikacı!" Dokuz ay sonra da Davos'ta Lula'ya
"Dünya Devlet Adamı" ödülü verildi.
Şimdi söyleyin lütfen: Onun dostlarımız arasına katılmasına üzülmek mi gerekir, sevinmek mi?