Reçelle turşuyu karıştırırsanız ne olur?
Berbat bir şey.
İnsan yaşantısı da o nedenle çoğu zaman berbat işte. Tatlılıklara ekşilikler karışıyor. Gülümserken buruşuveriyor insanın yüzü.
Zincirlikuyu'daki aile mezarımızın 5 metre ötesinde Muhsin Ertuğrul yatıyor. Hoş bir şey toprağa girdiğimde sonsuza dek öyle bir dostun kalıntısının yanı başında bulunacağımı bilmek.
Sevdiği İstanbul'da açılan görkemli tiyatro binasının onun adını taşıması da çok hoş. Görse nasıl sevinirdi! Tapınak gözüyle baktığı başlıca işyeri olan "Güzellikler Evi" anlamındaki Darülbedayi'ye yepyeni bir ek burası.
Gelgelelim birkaç yüz metre ötedeki kent merkezinde Atatürk'ün adını taşıyan bir koca bina bomboş, sessiz, kırık dökük.
İstanbul'a Avrupa Kültür Başkenti unvanı yakıştırılmasının kutlandığı meydana kurukafa gözü gibi karanlık pencerelerle bakıyor.
Bu çirkinliğin kabahatinin kimde olduğu konusuna girmeyeceğim. Suçlu kişi belirlemek önemli de değil. Acı gerçek şu ki, insanları birbirine yaklaştırarak uyum güzellikleri yaratabilen tiyatro sanatının Türkiye'deki kulisi anlaşmazlık, çekişme ve nefret kokuyor. Avrupa Kültür Başkenti'ndeki Atatürk Kültür Merkezi'nin bir kültür rezaleti anıtına dönüşmesi o ortamın ürünü.
Muhsin Bey bunu görse kahrolurdu.
***
Aile mezarımızın biraz daha ötesinde bir başka dostumun, Abdi İpekçi'nin kabri var.
Kızı Nükhet'le konuşuyorum. Yaşasaydı babasının gördükçe yüreğinin titreyeceği, Galatasaray en büyük kupayı almış gibi göğsünün kabaracağı bir insan oldu. Acısına karşın insanlığı kucaklayan, sesiyle gülümseyen, cin gibi ama mahzun bir melek.
Bugün ve önümüzdeki günlerde onun neler çekeceğini düşünmek bile istemiyorum. Babasını Zincirlikuyu'ya gömen canavar ininden çıkıyor. Pop yıldızı gibi peşinden koşulacak, kâh Mesih bakışlarıyla çevreyi süzüp kâh pis pis sırıtarak abuk sabuk laflar edecek, derleyeceği paralarla villa alıp keyif sürecek.
Şimdi Ağca konusuna da girmeyeceğim. Ününe ün katmaktan çekindiğim için değil.
Abdülhak Hamit
"Ölümden korkmuyorum, iğreniyorum" demişti. Ben de tiksiniyorum. Ağca'dan. Onu kullananlardan. Kullananları bildikleri halde üstlerine gitmeyen ya da gidemeyenlerden. Tabloyu toplum ayıbı gibi değil de televizyon dizisi gibi seyreden kamuoyu kesiminden.
Biliyorum, Abdi yaşasaydı
"Hayıflanmayı, kızmayı, iğrenmeyi bırakın da böyle şeyleri olanaksız kılacak ortamı yaratmanın yollarını arayın" diye yazardı.
Ben onun kadar hazımlı olamıyorum.
***
Dünyadaki bütün toplumsal tersliklerin kaynağı
"kurulu düzen."
Nedir o? Kapitalizm mi?
Gerçek keşke o kadar yalın olsa! Öyle sanıldı da insanlığın kestirmeden düze çıkarılmasına çalışıldı. Anlaşıldı ki asıl dert insanların henüz hayvanlıktan yeterince sıyrılamamış, o denemeye layık düzeye gelememiş olması.
Bugün kapitalizm de kendi temel yasasının,
"En iyi mal ve hizmeti en ucuza üreten en çok kazansın" kuralının paralelinde uygulanamıyor. En vurguncu en tepede sıklıkla.
Haberini okudunuz:
"dünyanın en kötü bankacısı" bir doruğa tünedi yine. Kaliforniya'nın ünlü yatırım danışmanı Michael Schlachter de demeç verdi:
"Bankacılarımız kredi açtıkları güçsüz kişiler krizde ipotek borçlarını ödeyemeyince evlerine el koydular. Devlet krizden korktu, o borçların karşılanması için para musluklarını açtı. Şimdi aynı bankacılar o paraları kasalara aktarıp korkunç kârlara konuyorlar."
Ya Sarko Efendi'ye ne diyelim? Üretimin en uygun yerde yapılması kapitalizm gereği değil midir? Öyleyse Clio fabrikası niçin yalnız Bursa'da kurulmasın?
Çünkü kendi oy oburluğuna uymuyor.
Dünya, içinde yırtıcı yaratıkların dolaştığı bir bencillik ormanı hâlâ.
Ona göre, sıkı duralım. İnsanı insanlaştırma çabasından vazgeçmeden...
Muhsin Ertuğrul da, Abdi İpekçi de öyle isterlerdi.