Anadolu'daki bazı mezarlıkların girişinde şöyle yazar.
"Her nefis ölümü tadacaktır."
Hayatın geçiciliğini anlatan bu ifade, Kuran'daki Ali İmran Suresi'nde geçer.
Ve inancımıza göre 'ikinci hayat' için zorunludur ölüm.
Sadece insanlar değil, hayvanlar da dahil tüm canlılar zamanı gelince veda edecektir hayata.
İyi de ne zaman?
"Vadesi yetince",
Vade ne?
Kader.
***
Yani her kim ki beşerdir, yeryüzündeki hayatını nasıl yaşayacağı önceden bellidir öyle mi?
Öyle!...
Peki, ya sonra?
Beden, koyulduğu mezarda çürüyecek ama ruh, yerini hiç kimsenin bilemediği başka bir dünyaya uçacaktır.
"Nasıl, neden ve emin miyiz acaba?" gibi soruların çengelinde asılıyken insan, imdada dinler yetişir: İnan.
Ve asıl hayat da ölümden sonra
'öteki dünya'da başlayacaktır.
***
Herkesin cevabını bilmek için çırpındığı o soruyu soralım o halde:
Ölümden sonra hayat var mı?
Bunu somut olarak kanıtlamak mümkün mü?
Gidip de gelen ya da gittiği yerde memnun olup da kalan ve bize bir mesaj gönderen var mı?
Bunu insanın beş duyusuyla anlaması şimdilik pek mümkün gözükmüyor ama inancımıza göre evet, ölümden sonra da hayat var.
***
Sadece bizim değil, diğer kutsal kitapların da söylediği budur.
Kimi inançlara göre 'ikinci hayat'ın yaşanacağı yer ya Cennet'tir ya da Cehennem.
Eğer Allah'ın buyruklarına uyduysanız sorun yok; Cennetliksiniz.
Demek ki dinen görevlerinizi yerine getirmişsiniz.
***
Eğer yememiş yedirmiş,
İçmemiş içirmiş,
Komşusu aç iken tok olmayı kabul etmemiş,
Herkes için iyilik ve güzellik dilemiş,
Hatta kendi rızkından aç ve açıkta olanların da yararlanmasını istemişseniz,
Ne mutlu size.
Bir de harama el ve dil uzatmış,
Uçkur çözmüş değilseniz hele...
Sadece ülkelerini ve kendi insanlarını değil,
"Yaratandan ötürü yaratılanı" engin bir hoşgörü ile kucaklamış iseniz
"Altından ırmaklar akan yeşillikler içinde, ağaçları yemiş dolu hurilerin olduğu bir Cennet" bekliyor sizi.
Bir de unutmayın ki İslam zaten
"barış" ve
"esenlik" anlamına gelen sözcüklerden türemiştir; siz bakmayın El Kaide'ye, Müslüman filan değildir onlar.
***
İnsanoğlu ve insan kızının, adını
'Dünya' olarak koyduğu bu mavi gezegendeki yolculuğunun bittiği andır ölüm.
Ne zaman, nerede, kime ve nasıl geleceği kesin olarak bilinmeyen bir muammadır.
İnsan, sürekli yani hiç bitmeyen bir şimdiki zamanda yaşayacağını düşünür ama diğer yandan da bir gün öleceğinin bilincindedir.
***
Ölümü ağıtla ve öfkeyle karşılayan çoktur ama bu bitiş (...) anını
"bir buluşma - kavuşma" olarak görüp sevinen de vardır.
Hatta Cennet'e gideceğini umarak ölüme meydan okuyan da çıkmıştır,
"hoş geldi sefa geldi" diyen de...
"Doğduğu köyleri eşkıyaların bastığını" bildiğimiz çocukluğumuzun şairi Cahit Külebi, Eldesiz Çağrı'sında buluşmaya benzetir ölümü:
"Bir gün ister istemez koyup gideceğim / Ötesinde bırakmaların, toprağın tütenliğinde / Mutluluk sessizlikle birleşecek böceklerden / Bulutların ordusallığında kavuşmalar akıp gidecek..."
***
Ölürken üzerine karanlık çöktüğünü hisseden ünlü
Alman filozof Göethe ise
"Işık biraz daha ışık" diyerek veda etmiştir hayata.
"Ben varsam ölüm yok / Ölüm varsa ben yokum" diyen ünlü düşünür
Friederick Nietzche ise ölümle alay edecek kadar rahattır.
Aslında metafizik bir ürperti olan ölümle alay edenler de çıkmıştır.
Örneğin Bolivyalı solcu gerilla Ernesto Che Guevera, "Hoş geldin" diyerek karşılar ölümü: "Savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa / Savaş sloganlarımız ve silahlarımız elden ele geçecekse ve başkaları mitralyöz sesleriyle / savaş ve zafer naralarıyla cenazelerimize ağıt yakacaklarsa ölüm hoş geldi, safa geldi..."
***
Acının öteki adı olsa da ölümü ti'ye alanlar da çıkar.
Türk şiirinin ustalarından Mülkiye müfettişi
Cemal Süreya,
"Her ölüm erken ölümdür" diyerek kazınır hafızalarımıza:
"Ölüyorum Tanrım / Bu da oldu işte / Her ölüm erken ölümdür / Biliyorum Tanrım / Ama ayrıca aldığın şu hayat / Fena değildir, üstü kalsın."
Aynı
Cemal Süreya başka bir şiirinde körlüğe benzetir ölümü:
"Sizin hiç babanız öldü mü? / Benim bir kere öldü kör oldum."
Acılarla harmanlanmış şiirlerin usta şairi
Cahit Sıtkı Tarancı "Kalleş" diyerek isyan eder ölüm karşısında:
"Ölüm düşerse bir şahın ayağına / Ağlarsa bir sabah gül dalı / Kalırsa bir yavru yetim / Adın kalleş olsun ölüm!..."
***
Öyle sık ve peş peşe gelir ki ölüm bazen, Refik Durbaş dayanamaz, içindeki acıyı haykırır:
"Elim sanata düşer usta / Yürek acıya / Ölüm hep bana, bana, bana mı düşer usta?!"
Musalla taşında "bir namazlık saltanat" ile son bulan hayattır, yok eden ise ölüm.
Cahit Sıtkı fani bedeni yaşarken bile ölünebildiğini anlatır, acı ve yalnızlık kokar mısraları:
"Yok bizi arayan, soran kimsemiz. / Öylesine karanlık ki gecemiz. / Ha olmuş ha olmamış penceremiz / Akarsuda aksimizden eser yok..."
***
Ölüm nedir ve ölünce ne olur insana?
Bu sorunun sarmalından çıkar
Abdülhak Hamit Tarhan'ın mısraları.
Önce, "Her yer karanlık" der, sonra sorar: / Pür nur o mevki / Mağrip mi yoksa / Makber mi yoksa?"
***
Hayat arkadaşım
Huriye'nin biricik annesi
Naciye Kıroğlu'nu önceki gün toprağa verdik.
Oğullarımın anneannesi, benim de dayımın eşiydi Naciye hanım.
Of'ta yaşardı ama bir gün olsun
'of' dediğini duymadım kayınvalidemin.
Rahmetliyle ilgili çok soru soruldu o gün, çokça iyi şey söylendi arkasından.
Ama bir soru vardı ki, soran, ne
Cemal Süreya'yı ve
Cahit Sıtkı'yı okumuş, ne de arkasından akıtılan gözyaşlarını görmüştü:
"Her ölüm erken ölüm / Adın kalleş olsun ölüm"