Geçen hafta gerçekleştirilen Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri sonucu ortaya çıkan tabloya göre hükümetteki merkez partiler kaybederken aşırı sağ yükselmeye devam etti. Yeşiller ve liberallerse seçimin diğer yükselen partileri oldu. Son seçimlerin en dikkat çekici noktası ise seçime katılımın yüksek olmasıydı. Pek çok konuda bağlayıcı kararlar alamayan ve Avrupa Birliği'nin (AB) en etkisiz organlarından biri kabul edilen AP seçimlerine katılımın yüzde 20'ye varan oranda artış göstermesi Avrupalıların sadece parlamentoyu seçmek için değil ülkelerinde yaşanan siyasi ve toplumsal gelişmelere cevap vermek üzere sandığa gittiğini gösteriyor. Fransa'da Sarı Yelekliler hareketi, Almanya'da gençlerin öncülüğünde iklim değişikliğine karşı yapılan gösteriler ve İngiltere'de Brexit meselesi özellikle genç seçmeni sandığa gitme noktasında daha da motive etmiş görünüyor. Ayrıca ırkçı bir kimlik ideolojisi etrafında hareket eden aşırı sağ partilerin yükselişi taraftarlarını olduğu kadar karşıtlarını da mobilize ettiği söylenebilir. Merkez partiler erirken yeşiller ve ırkçılar gibi marjinal partilerin yükselişe geçmesi Avrupa siyasetinin daha çok ideoloji, kimlik siyaseti, çevre ve enerji gibi konular çerçevesinde belirleneceğini gösteriyor. Avrupa'nın tüm yönleriyle tartışmalı hale geldiği bir ortamda açık ve tutarlı bir siyasete duyulan ihtiyaç ise giderek belirginleşiyor. Almanya'da SPD ve İngiltere'de Brexit konusunda tutarsız söylemleri ile açık ve net bir duruş sergileyemeyen İşçi Partisi'nin yaşadığı ağır yenilgi seçmenin siyaseten tartışmalı konularda net bir tutum takınamayan partileri cezalandırdığını gösteriyor. Merkez statükocu partiler seçmenin güvenini kaybederken Avrupalının gelecek kaygılarına cevap veren ya da en azından bu kaygılara yeni bir cevap verdiği hissini uyandıran hareketler yükseliyor. Avrupa seçmeni iki şey istiyor: net bir ideoloji ve tutarlı bir duruş.
Birbirine karşı açık pozisyon alan gruplar arasındaki karşıtlığın da giderek daha belirleyici hale gelmesiyle Avrupa'nın siyasi bir kutuplaşma iklimine gireceği öngörülebilir. Tam da bu çerçevede "Hangi Avrupa?" sorusu ön plana çıkıyor. AP seçimlerinde gözlemlene yüksek katılım Avrupalıların AB'ye sahip çıktığı şeklinde yorumlansa da ortaya çıkan çok parçalı siyasi tabloda "Hangi Avrupa?" sorusuna verilen cevaplar Avrupalının kafasının hayli karışık olduğunu gösteriyor. Demokrasi, özgürlük-güvenlik dengesi, ulus devlet kimliği-AB karşıtlığı, açık toplum-kapalı kültürel bir yapı gibi konularda takınılan ideolojik tutumlar o kadar belirleyici ki aynı parti içinde bile ayrışmalara neden oluyor. Son seçimler daha renkli bir siyasi tablo ortaya çıkarsa da bu tablonun doğurduğu uzlaşı zaruriyeti dünyada yaşanan değişimlere Avrupa'nın hızlı cevap verme kabiliyetine ket vuruyor.
Avrupa uzun süredir ciddi bir değişim sürecinin içerisinde bulunuyor. Bu süreç dinamik olduğu kadar istikrarsızlaşmaya da zemin hazırlıyor. AB'den çıkma hedefini parti programına alan aşırı sağ partilerin adeta bir Truva atı gibi AB içine yerleşmiş olmaları da Birlik'i bekleyen istikrarsızlığı körükleyeceğe benziyor.
Şu anda dünyanın içinde bulunduğu kaotik hal, Birinci ve İkinci Dünya savaşları öncesi dönemi hatırlatıyor. Yeni bir paylaşım sürecine girilen bu kaos döneminde Ortadoğu'daki gelişmelerin Avrupa'dakilerden Asya'da gözlemlenenlerin Doğu Akdeniz'de yaşananlardan ayrı düşünmek imkansız. Eski düzenin parçası olan tüm aktörlerle ilgili kartlar yeniden karılıyor. Peki Avrupa'nın bu yeni paylaşım ve düzende yeri ne olacak? Trump'ın hem de Putin'in Avrupa'daki sağ ya da sol aşırı hareketlere "tavşana kaç, tazıya tut" şeklinde verdiği destek düşünüldüğünde bu devletler içinde bazı güçlerin Avrupa'nın bu istikrarsız halinden hiç de şikayetçi olmadığı anlaşılıyor.
Avrupalı siyasetçiler Avrupalıya ulus kimliğini Avrupa kimliği ile değişmesi karşılığında siyasi ve ekonomik olarak ne teklif ettiklerini ve Avrupa kimliğini yeniden gözden geçirmeliler.