Almanya'da 26 Eylül 2021 tarihinde gerçekleşen Federal Meclis seçimlerinin galibi Sosyaldemorkat Partisi (SPD) Olaf Scholz'un Başbakanlığında, çevreci Yeşiller (Die Grünen) ve liberal FDP partileri ile bir koalisyon hükümeti kurmuştur. Zorlu ve çetin geçen koalisyon görüşmeleri neticesinde ilk defa Alman siyasi tarihinde üçlü bir koalisyon hükümeti göreve gelmiştir.
Talihsiz Başbakan Scholz
Olaf Scholz'un Başbakanlığı Almanya'nın krizlerle dolu kritik bir dönemde başlaması talihsizlik olarak nitelendirilebilir. Pandeminin kontrolden çıkışı, Alman ekonomisinin kötü gidişatı, küresel iklim değişikliğinin Almanya'da topyekün sanayi ve toplumsal dönüşümünün radikal kararlarla gerçekleştirilmesinin devasa ekonomik maliyeti ve Ukrayna krizinin savaşa dönüşmesi yeni Alman hükümetin hareket alanının sınırlarını zorlamaya başlamıştır. Geçmişte krizlerle liderliğini perçinleştiren eski Başbakan Angela Merkel'e tezat oluştururcasına mevcut krizlerde pasif ve etkisiz kalan Scholz, Alman halkı nezdinde her geçen gün destek kaybetmektedir. Özellikle son haftalarda Ukrayna krizinin savaşa dönüşmemesi hususunda AB'nin kriz diplomasi arenasını Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'a bırakması ve ancak kamuoyunun baskısıyla sonradan devreye girse de başarısız olması, Scholz'un itibarını zedelemiştir.
Rusya Yaptırımlarının Etkisizliği
Bu hafta içerisinde Rusya'nın işgal harekatını başlatmasının akabinde AB ve ABD'nin başını çektiği kurum ve ülkeler Rusya'nın finans, enerji, ulaşım ve ticaret alanlarını kapsayan geniş kapsamda ekonomik yaptırımlar devreye sokmuştur (İkinci yaptırım paketi). Daha önce Rusya, Ukrayna'nın doğusundaki ayrılıkçı bölgelerin sözde yönetimlerini tanıması ve bölgeye asker göndermesi nedeniyle zaten yaptırımlara tabi tutulmuştur. Ayrıca 2014 yılında Kırım'ın Rusya tarafından ilhak edilmesi ve Ukrayna'nın doğusunda çıkan olaylardan sonra Rusya'ya ekonomik yaptırımlar uygulanmaya başlanmış ve günümüze kadar da sürdürülmüştür. Dolayısıyla Rusya, AB ve ABD tarafından en fazla yaptırıma tabi tutulan ülkelerin başında gelmektedir. Yaptırımlara rağmen Rusya son sekiz yılda özellikle enerji ve silah ihracatından sağladığı gelirler sayesinde döviz rezervlerini 640 milyar dolara çıkarmış ve ulusal borcunu GSYİH'ye göre yüzde 14,6'ya düşürmüştür. AB ülkelerinde ortalama ulusal borç oranı ise yüzde 60'lardadır.
AB ve ABD bugüne kadar Rus ekonomisinin dayanaklığını cılız yaptırımlarla kırılgan hale getirme başarısını gösterememiştir. İkinci yaptırım paketi ile de bunu başarması mümkün gözükmemektedir.
Rus ekonomisini zor durumda bırakabilecek ve finans uzmanlarınca "finansal nükleer bomba" olarak tanımlanan sınır ötesi ödemeleri hızlandıran ve böylece uluslararası ticareti kolaylaştıran bir mesajlaşma sistemi olan SWIFT'den Rusya'nın men edilmesi, Rus bankalarının dünya finans piyasalarına erişiminin tamamen kopması anlamına gelecektir. SWIFT yaptırım opsiyonu AB içerisinde bölünmelere yol açmıştır. Almanya başta olmak üzere Rusya ile özellikle enerji alanında ticari ilişkileri yoğun olan ülkeler para akışının sekteye uğrama riskinden kaçınmaktalar. En nihayetinde Rusya Avrupa Birliği'nin en büyük ham petrol, doğal gaz ve katı fosil yakıt tedarikçisidir.
Rusya'nın Jeostratejik Silahı: Enerji Bağımlılığı
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in uluslararası hukuku hiçe sayarak Ukrayna'ya saldırması, salt macera ruhuyla hareket etmediğini ve aynı zamanda AB ülkelerinin özellikle Rusya'ya olan enerji bağımlılığının bilincinde olmasından dolayı krizi kontrollü şekilde üst seviyelere tırmandırdığını tahmin etmek zor olmayacaktır. Görünen o ki, manevra kabiliyeti ve krizin seyri Putin'in kontrolündedir.
Alman hükümeti ABD'nin baskısıyla Kuzey Akım 2 doğal gaz boru hattı projesini rafa kaldırmak zorunda kaldı, lakin hâlihazırda faal durumda olan Kuzey Akım 1 boru hattının yaptırıma dahil olmadığından Rusya ile gaz ticareti devam edecektir. Bu durum diğer AB ülkeleri için de geçerlidir. Hatta Ukrayna savaşından dolayı dünya piyasasında enerji fiyatlarının artmasının Rus ekonomisine daha fazla gelir sağlayacağı da unutulmamalıdır.
Rusya'nın dünya piyasasında gaz fiyatının artmasını sağlayan hamleleri özellikle Alman hükümetini zor durumda bırakacaktır. Bunun sebepleri nelerdir diye sorulduğunda verilecek olan yanıt basittir: Alman tüketicilere yansıtılan enerji maliyetini Alman hükümetinin sübvanse etmesi durumu muhtemelen mevcut koalisyon hükümeti içerisinde fikir ayrılığına yol açacaktır. Yeşiller, iklim değişikliği ile mücadele kapsamında fosil enerjinin sübvanse edilmesine karşı çıkarak yenilenebilir enerjinin desteklenmesinden yana çok ciddi bir pozisyon almaktadır. Bu durumda olasılıklar arasında ufukta bir hükümet krizi muhtemeldir. Diğer bir olasılık ise gelecek seçimlerde, ki bunlara yakın gelecekteki eyalet meclisi seçimleri de dahildir, seçmenin artan tüketici maliyetleri sebebiyle koalisyon hükümetini cezalandırması ihtimalidir.
Sonuç itibarıyla Batılı ülkelerin ve kurumların Rusya'ya yönelik yürürlüğe soktuğu yaptırımların cezalandırıcı ve caydırıcı etkisinin zayıf olduğu söylenebilir. Diğer taraftan Rusya'nın başat bir küresel aktör olma yolunda tökezleyen AB'nin enerji bağımlılığını terbiye edici bir jeostratejik silah olarak kullanabilir. Son olarak belirtilmesi gereken husus ise Rusya'ya yönelik - SWIFT dahil - daha kapsamlı bir yaptırım paketi özellikle Almanya'ya zarar verecektir.