Türkiye-AB ilişkilerinin zorlu bir süreçten geçtiği bu dönemde AB üyesi ülkelerin terör örgütü PKK'ya yönelik politika ve uygulamalarında değişim belirtileri görebiliyoruz. Bu belirtiler nedir? Hangi aktörlerden kaynaklanmakta? En önemlisi Türkiye'nin bu değişimi nasıl okuması gerekiyor?
Avrupa cephesinde AB'nin kendisinin kurum olarak, Almanya ve Fransa'nın da ülke olarak kilit aktörler olduğunu müşahede etmekteyiz. AB Kürt politikasını sözde ilkeli bir duruş, insan hakları, demokrasi ve azınlık hakları kavramlarına dayandırmaktadır. AB-Türkiye tam üyelik müzakerelerinde Kürt sorunu her daim frenleyici bir unsur olarak devreye girmiştir. Bazen AB Komisyonu raporları, bazen Avrupa Parlamentosunun (AP) kararları ve bazen de AB Konseyinde üye ülke hükümetlerinin engellemeleri adına Kürt sorunu mütemadiyen kullanışlı bir joker işlevi görmüştür. 2002'de AB, PKK'yı terör örgütü olarak tanımlayıp AB kurumları nezdinde iş birliğini yasaklamış olmasına rağmen bu yasaklar AP tarafından dönem dönem delinmiştir. Bunun en son örneği 2016'da AP himayesinde bir sergide terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan'ın resimlerine yer verilmesidir. PKK'nın paravan dernekleri üzerinden bu tür girişimlerin engellenmesi adına hafta içinde AP, AB terör örgütleri listesinde yer alan tüm kişi, grup ve yapıların Parlamentoya erişimine yasak getirilmesini kararlaştırmıştır. Bu gelişme Türk hükümetinin önemli bir diplomasi başarısıdır. Türkiye artık eski Türkiye olmadığını göstermekte, milli çıkarları için misak-ı milli sınırları ötesinde de aktif ve sonuç odaklı mücadele etmektedir. Lakin PKK'nın terör örgütleri listesinde yer alması yeterli değildir. PKK'nın Avrupa'daki yönetici kadrosu da aynı zamanda yasaklı kişiler listesinde yer almalıdır, aksi takdirde bu kişiler şahsi girişimlerle AB kurumları nezdinde propaganda faaliyetlerini sürdürme alanı bulacaklardır. Her halükarda Türk hükümeti bundan sonra da ülkesini hedef alan terör örgütlerinin Avrupa'da hareket alanını daraltmak adına azimle mücadele edeceği mesajını vermektedir.
Kürt diyasporasının en yoğun yaşadığı ülkeler AB'nin lokomotif üyesi konumunda olan Almanya ve Fransa'dır. Bu ülkelerdeki Kürt diyasporası PKK tarafından tehdit ve baskı altına alınarak kullanılmaktadır. PKK bunu yaparken Almanya ve Fransa kamuoyu nezdinde yasa dışı faaliyetlerini demokrasi, halkların özgürlüğü ve insan hakları söylemleriyle ambalajlamaktadır. Her iki ülkenin hükümetlere bağlı olan güvenlik kurumları "Ülkenizdeki sorunları buraya getirmedikçe, faaliyetlerinizi engellemeyiz" stratejisi ve Kürt diyasporasının aşırı tepkisini çekmemek adına PKK'ya geniş hareket alanı sağlamıştır.
Almanya'da PKK ve yan kuruluşları 1993'te yasaklanmıştır. Yasağın sebebi PKK'nın bir müttefik ülke olan Türkiye'ye karşı terör eylemlerinden ziyade PKK'lı teröristlerin ilk defa geniş çapta Alman kamu düzenini hedef alan saldırılarıdır. Resmi yasağa rağmen PKK ve yan kuruluşları fiilen faaliyetlerine devam etmektedir. Federal Alman iç istihbarat servisinin (Bundesverfassungsschutz) 2016'da yayımlanan raporuna göre PKK Almanya'da bir yıl içinde 13 milyon avro bağış/haraç toplamış ve savaş bölgesine gönderilmek üzere 180 militan devşirmiştir. Almanya'nın 2017 başlarında PKK'ya karşı tavrı Federal İçişleri Bakanlığının eyaletlere gönderdiği bir genelge ile 33 Kürt parti ve kuruluşun bayrak/flamalarının yasaklanmasını talep etmesiyle değişmeye başlamıştır. Artık Alman güvenlik güçleri PKK'ya yakın örgütlerin gösteri ve yürüyüşlerine müdahale etmeye mecbur kalmıştır. Alman hükümeti aksi takdirde terör örgütünün propaganda ve yürüyüşlerine izin verip bunun yanı sıra demokratik bir şekilde 16 Nisan referandum çalışmaları çerçevesinde Türk STK'ların toplantıları ve Türkiye Cumhuriyeti bakanlarının konuşmalarına yasak getirmesinin izahatını yapamayacaktı.
Fransa'nın PKK politikası adeta Türkiye'ye meydan okur bir niteliğine sahiptir. Zamanın Cumhurbaşkanı Mitterrand'ın eşi alenen PKK üst düzey yöneticilerine sahip çıkarak kendi ülkesindeki Kürt diyasporasının örgütün zulmüne uğramasına alan açmıştır. Cumhurbaşkanı Hollande PKK ile benzer ilişkilere girmiştir. Fransa devletinin üst düzey yöneticilerinin terör örgütü elebaşları ile aynı safta yer alması Fransa siyaset tarihine kara bir leke olarak işlenmiştir. Yeni Cumhurbaşkanı Macron'un ise Fransa'nın Kürt politikasında Barzani üzerinden hareket ederek PYD/YPG ile de temas halinde olacağı öngörülmektedir.
Avrupa devletlerinin PKK ile olan ilişkileri konjonktürel olup ilkesel ve müttefiklikten uzak bir düzlemde hareket etmektedir. Türkiye Cumhuriyeti bu bağlamda terör örgütleri ile mücadelesini sürekli gündemde ve diri tutmak durumundadır. Aynı zamanda Türkiye Avrupa toplumları nezdinde kamu diplomasisi araçlarıyla terör örgütü PKK'nın meselesinin demokrasi ve insan hakları mücadelesi değil tam tersi terör eylemleri, haraç toplama, uyuşturucu ticareti ve militan yetiştirme olduğunu anlatması gerekmektedir.