Medyada nefret söylemi Türkiye'nin en temel problemleri arasında yer alıyor. Sadece son bir hafta içinde kamuoyuna yansıyan içerikler bile durumun ne kadar vahim olduğunu anlatmaya yeter.
En sondan başlayalım. Birgün gazetesi 22 Nisan tarihli bir haberinde yine Kur'an Kursuna giden çocukların çetelesini çıkartmış. "182 bin çocuk Kur'an Kursunda" başlığıyla verilen haberde okul öncesi dönemde Diyanet'in açtığı kurslara giden çocuklar için dışlayıcı bir söylem kullanılıyor. Haberin içine yerleştirilen görselde çocukların fotoğrafına yer verilmiş ve altına "kurslar alarm veriyor" ifadesi, sanki bir suçtan bahsediliyor gibi, eklenmiş. Gazete, okul öncesi eğitim sürecinde çocukların Kur'an-i Kerim eğitimi almasından rahatsızlığını ortaya koymuş.
Haberin aktarılma şekline bakıldığında en temel sorunlardan biri de yapılan işin gayri meşru bir iş gibi gösterilmesi. Kur'an Kursu eğitiminin Diyanet İşleri Başkanlığı nezdinde devletin kanunları çerçevesinde yapılıyor olması ötekileştirilmiş ve inançlarından dolayı bu çabayı gösteren insanlar dışlayıcı bir dile muhatap yapılmış. Benzer bir yaklaşımla haberin giriş cümlesinde süreci yöneten kurum "Diyanet İşleri Başkanlığı'nın eğitimde artan etkinliği, resmi verilere de yansıdı" ifadeleriyle mahkûm edilmeye çalışılmış. Cümlenin söylem analizi yapıldığında sistem dışı bir yapıdan bahsediliyor ön yargısı ilk bakışta hissediliyor. Genel olarak, haberde kullanılan yüklemler de negatif süreçlerden bahsedilen konulara özgü şekilde seçilmiş. 28 Şubat darbesinin yapıldığı süreçte darbeye zemin hazırlamak ve sonrasında ise darbecilerin işlediği cürümleri meşrulaştırmak için yapılan bu tür operasyon haberleri medyada nefret söyleminin bir uzantısı olarak ilgili yayın organlarında yer almaya maalesef devam ediyor. Müslüman bir toplumda insanların çocuklarına Kur'an eğitimi aldırması gibi hayatın akışına ve eşyanın tabiatına uygun bir davranış gazete tarafından ötekileştirilmiş durumda.
Futbolcuların orucu
Benzer bir durum her ramazan ayında olduğu gibi bu ramazan'da da yaşanıyor. Süper Lig'de veya alt liglerde bazı maçların oynandığı saat iftar vaktine denk geliyor. Haliyle oruç tutan futbolcular da maç devam ederken oruçlarını açmak zorunda kalıyorlar. Maç saatlerinin yeniden düzenlenmesi ve oruç tutan futbolcuların İftarlarını rahat şekilde yapabilmeleri için düzenleme şart. Ama bu ayrı bir konu. Geçen hafta maç içerisinde saha kenarına gelip su içerek veya hızlıca bir şeyler atıştırarak oruçlarını açan futbolcuların görüntüsü kamuoyuna yansıyınca çoğu insanda sempati uyandırdı. Hem ibadetini hem de işini aksatmayan insanlara örnek bir tabloydu yani. Fakat bazı gazeteciler ve sosyal medya kullanıcıları bu görüntüyü bile nefret söylemine girecek bir çerçevede değerlendirdiler. Mesela gazeteci Barış Yarkadaş'ın orucunu açan Bursasporlu futbolcuların fotoğrafını "Bu nedir şimdi? Kime gösteriş yapıyorsunuz?" cümleleriyle sosyal medya hesabından aktarması insanların inançlarından dolayı belli bir kategoriye sokulmasının ve indirgenmesinin göstergesiydi. İbadetini yapan inanları "gösteriş yapmakla" kategorize etmek ötekileştirici söylemin tipik örneğidir. Yarkadaş'ın haber-görselini alıntıladığı Oda TV'nin ilgili haberdeki başlığında yer alan "Yeşil sahalarda maç içerisinde yine bir oruç açma arası yaşanması dikkat çekti..." ifadesi de aynı yaklaşımın bir ürünü. Ortada dikkat çeken bir görüntü yok, yapılan şey futbolcuların orucunu açması ve olabildiğince normal bir davranış biçimi.
Somalili göçmenler
Medyadaki nefret söylemi sadece İslami değerler bağlamında değil aynı zamanda etnik kimliğe ve mültecileri-göçmenleri nefret objesine dönüştürmek şeklinde de kendine yer buluyor. Bu örneklerden biri Sözcü gazetesinde yer aldı. Ankara'da kendi halinde yaşayan Somalili aileler konusunda Sözcü gazetesinde yer alan haber bu bağlamda hedef gösterme kapsamında değerlendirilebilecek örneklerden birisiydi. Gazete,"Somali'den gelen iş insanları ve sığınmacılar, Kızılay'daki iki sokağı baştan sona kendi ülkelerine çevirdiler" ifadelerinin yer aldığı bir haberi paylaşmasından sonra Somalililere saldırıda bulunuldu. Etnik kimliğe ve mültecileri-göçmenleri ötekileştirmeye dayalı nefret söyleminin tipik örneği olan bu haberden sonra gerçekleşen şiddet saldırısında haberde bahsedilen yere giden bir grup, Somalililere ait mekanların camlarını kırdı ve çalışanlarına saldırdı. Mülteciler ve göçmenler söz konusu olduğunda siyasetçilerin ve toplumun vitrininde yer alan insanların yaklaşım biçimleri bir kelebek etkisi oluşturuyor. Sözcü gazetesinin "hedef gösterme" mahiyeti kazanan haberinden sonra yaşanan nefret saldırısı da bu yüzden dikkat çekici.
Suriyeli mülteciler
Siyasetçiler arasında Suriyeli mültecileri-göçmenleri yoğun şekilde negatif söylemle gündemine alan isimlerden birisi İYİ Parti milletvekili Lütfü Türkkan. Yine bunlardan birinde 10 Nisan'da yaptığı açıklamada Türkkan Suriyeli mültecileri işgalci olarak tanımladı ve ilk seçimde onları göndereceklerini belirtti. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener ise 1 Nisan'da partisinin üyesi olan bir kişinin, sokak görüşmesi kıvamında, alenen Suriyelileri hedef göstermesine hem sessiz kalıyor hem de bu içeriği Twitter hesabından paylaşıyor. Twitin altına yazılan yorumlardaki nefret dilini anlatmaya bile gerek yok. Bu yüzden siyasetçiler gibi toplumun önünde olan insanların yaklaşımları kelebek etkisine sahip olma özelliğine sahip. Örneklerde görüldüğü üzere onların söylem düzeyinde gündemine aldığı konu, eğer tonu iyi ayarlanamazsa, farklı bir mekânda şiddete dönüşme ihtimalini barındırıyor.
Dolayısıyla medyada nefret söyleminin alt başlıklarında yer alan insanların inançlarından dolayı ötekileştirilmesi ve göçmenlerin-mültecilerin hedef gösterilmesi konusunda sadece son 15-20 gün içinde yaşanan örnekler çok ciddi bir problemle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Pozisyonlarından dolayı tam aksine hareket etmesi beklenen aktörlerin bu içerikleri üreten konumunda olması ise medyada nefret söylemi ve ötekileştirme probleminin ciddiye alınması gerektiğinin işareti.