Bir süredir Barbaros Hayrettin Paşa ve Oruç Reis gemileri ile sismik çalışmalar yürüten Türkiye, Fatih ve Yavuz ismindeki gemileri ile derin sondaj faaliyetlerine başlamıştır. Türkiye'nin derin sondaj gemilerinden sonra daha aktif bir tutum sergilemeye başladığı Doğu Akdeniz'de hem kendi milli menfaatleri hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin (KKTC) menfaatlerini koruma konusunda haklı bir duruş sergilediği görülmektedir.
19. yüzyılın başlarından itibaren sondaj konusunda belli bir tecrübe birikimine sahip olan ve 2018'de hidrokarbon alanında yaklaşık 200 bin metraj sondaj yapan Türkiye'nin Akdeniz'de de hidrokarbon kaynak olması halinde bulup çıkaracak yeterliliğe sahip olduğu anlaşılmaktadır. Altıncı nesil olarak sınıflandırılan ve yaklaşık 12 bin metreye kadar sondaj yapabilen Fatih ve Yavuz gemileri Türkiye'nin bu alandaki etkinliğini ortaya koymaktadır. Türkiye'nin kendi gemileriyle Doğu Akdeniz'de sondaja başlaması haklı olduğu konu üzerinden geri adım atmayacağının göstergesidir.
Türkiye ile KKTC arasında 21 Eylül 2011'de bir Kıta Sahanlığı Sınırlandırma Anlaşması Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin (GKRY) ilk sondaj faaliyetlerine başlaması üzerine imzalanmıştır. Söz konusu anlaşma Türkiye'nin KKTC'nin Akdeniz'deki kıta sahanlıklarında uluslararası hukuka uygun şekilde çalışma yapmasına olanak tanımaktadır. Bu anlaşmaya göre Türkiye, Kıbrıs Türklerinin, aynen Kıbrıslı Rumlar gibi Ada'nın kıta sahanlığının tümü üzerindeki meşru, eşit ve ayrılmaz haklarını dikkate almaktadır.
Türkiye tezlerinde haklı
GKRY, Yunanistan, İsrail ve Mısır'ın kendi aralarında anlaşarak sınırlar çizmesiyle Türkiye ve KKTC'nin haklarının ihlal edilmeye çalışıldığı anlaşılmaktadır. Uluslararası hukuk kurallarını görmezden gelerek Türkiye'yi oyun dışına itme konusunda motivasyonlarının yüksek olduğu gözlenen bu aktörler kendi çıkarlarına odaklanmış durumdadır. Fakat Türkiye'yi bu coğrafyada görmezlikten gelerek atılacak her adımın yeni problemleri ortaya çıkaracağını ve Türkiye'siz bir Doğu Akdeniz'in eşyanın doğasına aykırı olduğunu anlamak durumundalar.
Türkiye'nin haklı tezlerinin ne olduğu ile ilgili meseleye gelecek olursak Kıbrıs Adası'nın yetkili mercii sadece GKRY değil aynı zamanda KKTC'dir yani Kıbrıslı Türkler de burada yaşamaktadır. Burada bir parantez açacak olursak Kıbrıs gibi sınır problemleri olan bir yerin Avrupa Birliği'ne (AB) alınmaması yönündeki kuralı ihlal eden, kendi koydukları müktesebatı çiğneyen AB üyesi ülkeler, Türkiye'nin bölgedeki faaliyetlerini hedef alan açıklamalar yapmaktadır. AB'nin Kıbrıs konusunda daha önce de sergilediği hukuk tanımaz pozisyonunu devam ettirdiği görülmektedir. Ancak Kıbrıs meselesinin görmezlikten gelinmesi ile atılacak herhangi bir adımın problemleri bir kat daha arttıracağı açıktır.
Türkiye'nin ikinci haklı tezi ise münhasır ekonomik bölge (MEB) ilanında hakkaniyet ilkesi ile hareket edilmediği yönündedir. Temelde MEB ilan edilirken üç temel hukuk kuralının göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Bunlar kısaca ortay hat çizgisi, bölgelerin ilgili taraflarca anlaşmayla belirlenmesi ve hakkaniyet ilkesi olarak sıralanabilir. Bahsi geçen ilk iki kuralın uygulanmasının asıl sebebi sınırlandırmanın hakkaniyet ilkesine uygun yapılmasını sağlamaktır. Burada hakkaniyet ilkesi gözetilirken coğrafya, büyüklük, nüfus, sahip olunan kaynaklar gibi birçok mukayeseli unsur da göz önünde bulundurulmalıdır. Dolayısıyla tek taraflı ve diğer devletler tarafından ilan edilen bir MEB ilanı geçerli olmayacaktır. Tam da bu nokta Doğu Akdeniz'de enerji kaynaklarının keşfinden sonra yaşanan çatışmanın temelini oluşturmaktadır.
Doğu Akdeniz'deki hidrokarbon rezervleri kıyıdaş devletler için riskler ve fırsatlar sunmaktadır. Bölgede yürütülecek başarılı araştırma süreçleri ve beraberinde ihracat çözümleri bölgedeki birçok ülkenin enerji bağımlılığının azaltılması ve kamu bütçesine ek gelir sağlanması gibi önemli fırsatlar sunmaktadır. Ancak karmaşık jeopolitik yapısı nedeniyle Doğu Akdeniz her zaman bir zorluk teşkil etmektedir. Tartışmalı sularda kaynakların keşfedilmesi potansiyel olarak bölgede daha fazla sürtüşmeye neden olabilir. Öte yandan bölgedeki hidrokarbon zenginliklerinden kar elde etme isteği daha fazla iş birliğini de beraberinde getirebilir. Ancak oluşturulan blok ile Türkiye, KKTC, Suriye, Libya ve Lübnan'ın saf dışı bırakılması çabaları durumun daha çok çatışmaya dönüşmesi ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Bu sebeple Türkiye bir yandan Doğu Akdeniz'de uluslararası hukuka aykırı olduğunu savunduğu girişimleri engellerken diğer yandan da bölgede kendi haklarını arama yönünde faaliyetlerine devam etmektedir.