Temmuz ayının ortasından itibaren Türkiye terörle mücadelede yeni bir safhaya geçti. Bu durumun en önemli sebebi, PKK'nın 15 Temmuz'da ilan ettiği ve çözüm sürecini bitiren "devrimci halk savaşı"ydı. PKK'nın bu çerçevedeki yeni stratejisinin birbirleriyle bağlantılı iki önemli ayağı vardı: Savaşı şehirlere taşımak ve politik anlamda hiçbir karşılığı olmayan özyönetim ilanları.
PKK'nın hesabı netti. Hendek kazılarak izole edilen yerlerde özyönetim ilan edilecek ve bu bölgeler silahla korunacaktı. Böylece ihdas edilen egemenlik alanı siyasetin değil silahın bir kazanımı olarak sunulacaktı.
Örgüt açık bir şekilde halkın değerlerini, mahremini, sosyal hayatını kendi dar hesaplarına kurban etti. Bu maksimalist ve irrasyonel çizgiden en çok olumsuz etkilenen kesim ise şüphesiz bölge halkı oldu. Sadece Sur'da beş yüzün üzerinde iş yeri kapandı, binlerce kişi işini kaybetti ve ilçenin neredeyse yarısı göç etmek zorunda kaldı. Silvan, Cizre ve Silopi gibi bölgeler de hesaba katıldığında ortaya çıkan tablo endişe verici.
İşin ilginç tarafı bu durumun örgüt tarafından pek kaale alınmaması ve eleştirel tavır takınanların alenen tehdit edilmesidir. Evlerin duvarlarının yıkılması, camilerin silah deposuna çevrilmesi ve yeri geldiğinde kundaklanması bölge halkının değerlerine birer saldırı niteliğinde ve hafızalara sembolik hatıralar olarak kazınmaktadır. Bu durumun net sonucu örgüt ile halk arasında var olan makasın daha da açılmasıdır. Dolayısıyla gelinen noktada örgütün kendi tabanı saydığı kesimler nezdinde bile marjinalleştiğini ifade etmek zor değil. Bu süreç örgütle tabanı saydığı kesim arasında bir yüzleşme olarak yorumlanabilir; bunun bir hesaplaşmaya dönüşüp dönüşmeyeceğini ilerde göreceğiz.
Sonuç olarak, örgütün yeni stratejisinin ve bölgenin topografik özelliklerinin kamu düzeninin yeniden sağlanmasını zorlaştırdığı çok açık. Bu noktada hükümete düşen, olağanüstü durumun bir an önce aşılması için adım atmak ve hayatın normalleşmesini sağlayacak ortamı tesis etmektir.