18-19 Haziran'da gerçekleştirilen ve Türkiye'yi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın temsil ettiği G-20 Las Cabos Zirvesi yakıcı iç siyasi gelişmeler nedeni ile kamuoyunda yeterince ilgi görmedi. Bu yıl Meksika'da toplanan G-20, Dünya Siyasetinde oldukça yeni olmasına rağmen kurulmasının altında yatan mantık oldukça eskidir: Dünya'ya nizam vermek!
G-20 teşkilatının kurulması fikrinin 1997-1999 Asya Krizi ile ortaya çıkmaya başladığı, ancak asıl itici gücün 2008 krizi olduğu bilinmektedir. Küresel boyuttaki iktisadi krizin yönetimi bağlamında G-8'den G-20'ye geçiş yalnızca basit bir "kurumsal" yeniden yapılanma değil; Dünya Siyaseti'ndeki yapısal dönüşüm sürecinin somut göstergelerinden biri olma hüviyetini taşımaktadır. 2008'de, Dünya Ekonomisi ve Dünya Siyaseti'nin yeni gerçekleri ile yüzleşmek için somut bir adım atılarak G-20 kurulmuştur.
10 "Gelişmiş/ Sanayileşmiş/ Batılı" ülke yanında 10 tane de uluslararası siyasetin "yükselen değerleri"ni sisteme dâhil etmek; küresel ekonomi ve siyasi "düzen"in sorunlarını sistem içinde kalarak gidermeye çalışmak ve ayrıca yeni yükselen ülkeleri uluslararası sisteme daha fazla dâhil ederek uluslararası düzenin sağlanmasının "nimet ve külfeti"ni bu ülkelerle paylaşmak, G-20'nin özünü oluşturmaktadır. Bu nedenle, ABD, AB, Almanya, Fransa, İngiltere, Kanada gibi küresel düzenin (ya da dört yüz yıllık hegemonyanın) en önemli aktörleri yanında, Arjantin, Brezilya, Çin, Hindistan ve Türkiye gibi ülkeler de "küresel yönetişim" şeklinde zaman zaman ifade edilen oldukça sorunlu bir sürece dâhil edilmişlerdir.
G-20 zirveleri, ilk bakışta Dünya Ekonomisi'nin içinde bulunduğu krizlere karşı bir cevap arayışının ürünü şeklinde görülmektedir. Hakikaten de Meksika'daki Los Cabos Zirvesi'nin resmi gündemini, büyük ölçüde, Avrupa'nın borç krizi işgal etmiştir. Zaten zirvenin resmi programında altı çizilen konular arasında sürdürülebilir büyüme, uluslararası mali yapının güçlendirilmesi ve bütün dünyada istihdam artışının sağlanması gibi daha ziyade iktisadi konuların ön planda olduğu görülmektedir.
Ancak, G-20 Zirveleri'ne formel olandan daha fazla işlev yüklenmeye başlanmıştır. Artık her yıl yapılması planlanan zirvelere, BM fonksiyonuna alternatif bir kurum işlevi yüklenmektedir. Bilindiği gibi, uluslararası güvenliğin ve siyasi istikrarın sağlanmasında birinci derecede BM sorumludur. 1945 San Francisco Konferansında, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu elli ülkeyle kabul edilen BM Şartnamesinde açık bir şekilde kaleme alındığı gibi, BM Güvenlik Konseyi (BMGK), İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan "Yeni Dünya Düzeni"nin devam etmesi ve uluslararası güvenliğin sağlanmasında ana aktördür.
Ancak, Soğuk Savaş'ın bittiği ve Dünya Siyaseti ve Ekonomisi'nde "Batılı olmayan" aktörlerin ve unsurların yükseldiği, Dünya Siyaseti'nin artan devlet dışı aktörlerle daha da karmaşık hale geldiği bir ortamda yapısal reform yapılamayan BM ile başarılı "yönetişim" yapılabilme ihtimali her geçen gün azalmaktadır. 2012'ye geldiğimizde, BM'nin, bu haliyle, "küresel yönetişim" görevini yeterince yerine getirmesinin mümkün olmadığı ortaya çıktığı için, G-20'nin yeni, alternatif bir "yönetişim" kurumu olarak düşünüldüğü görülmektedir. Örneğin, Las Cabos'daki Zirve'de en çok merak edilen konu Avrupa borç/ finans krizine karşı alınacak tedbirler olmakla birlikte, şu anda bir kilitlenme yaşayan Suriye krizine "çözüm" üretme beklentisi de dillendirilmiştir.
G-20'nin geleceği
Ancak, G-20 süreci hem çok yenidir; hem çok sorunlu bir süreçtir. En önemlisi, G-20'nin bir "kurum" olup olmadığı tartışmalıdır. Bu "kurumun" hala daimi bir sekretaryası yoktur. Diğer yandan, G-20'nin çok ciddi bir meşruiyet sorunu vardır. G-20'nin meşruluğu nereden gelmektedir? Dünya ticaretinin ve Dünya ekonomisinin %80'nini yönetmek, yirmi ülkeye, Dünya Ekonomisi ve Dünya Siyaseti'ne nizam verme hakkını vermekte midir? G-20'nin "dışlayıcı" yapısı bu meşruiyet sorununu arttırmaktadır. G-20'nin ne kadar etkili ve "sadra şifa" bir kurum olabileceğini tarih gösterecektir. Bunun için, zirvelerde alınan kararların ne kadar hayata geçirildiğinin takibini yapmak gerekmektedir. 2008'den bu yana alınan birçok kararın henüz hayata yansıtıl(a)madığı daha şimdiden bazı araştırmacılar tarafından ileri sürülmektedir.
Türkiye açısından bakıldığında, şüphesiz, G-20 içinde olması, Türkiye'nin ekonomide ve uluslararası siyasette yükselen itibarını göstermektedir. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye'nin "küresel oyun kurucular" arasında yer aldığı görülmekle birlikte, bu durum Türkiye'ye büyük bir sorumluluk da getirmektedir. Dünya Ekonomisi ve Siyaseti'nde sözü değerli bir aktör olmak şüphesiz bizim açımızdan çok önemlidir. Bununla birlikte, değişim sürecine girdiği belli olan uluslararası siyasetin var olan kurumlarına katkı sağlamak yanında; uluslararası barış, güvenlik, refah ve adaletin hâkim olabileceği bir dünya için de yeni fikirler üretmeye daha çok ağırlık verilmedir.