Karmel yangınında Türkiye'nin İsrail'e yardımı sebebiyle iki ülke arasında başlayan yangın diplomasisi, İsrail'in Mavi Marmara katliamıyla kopan ve özür dilememesi sebebiyle normalleşemeyen ikili ilişkilerin seyrinde olumlu bir hareketlilik meydana getirdi. İki ülke yetkililerinin Cenevre'de yaptıkları görüşmeler, "acaba İsrail özür dileyecek mi?" tartışmalarını açarken; İsrail'de özür karşıtı güçlü bir lobinin faaliyetlerini de tetikledi. Bu süreçte İsrail'den ardı ardına tartışmalı bir o kadar da çelişkili açıklamalar geldi. İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman, asıl İsrail'in Türkiye'den özür beklediğini ifade edip Başbakan Erdoğan'ı ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nu yalancılıkla suçladı. Lieberman'ın bar fedaisi geçmişiyle dışişleri bakanı kimliği arasındaki gelgitlerin bir sonucu olan bu açıklama, önce Savunma Bakanı Ehud Barak tarafından ardından da Başbakan Benyamin Netanyahu tarafından eleştirildi. Barak, gerginliğin düşürülmesi gerektiğini vurgularken Netanyahu da açıklamanın sadece Lieberman'ın şahsını bağladığını ve hükümetin resmi görüşü olmadığını beyan etti. Türkiye'den özür dilemeyeceklerini ve sadece üzgünlüklerini ifade edebileceklerini söyleyen Netanyahu, özrü gündem dışı bırakan bu açıklamasıyla birlikte normalleşme umutlarını da tekrar gündemin dışına itti. Yaşanan bu süreç, sadece Netanyahu'nun Türkiye'den özür dilemeyi düşünmediğini değil; aynı zamanda İsrail'in ortak bir politika oluşturma mekanizmasının da olmadığını ortaya koydu. Koalisyon hükümetinin kurulduğu 2009 Mart'ından itibaren sıkça dile getirilen kabine içi ahenksizlik ve çatışma bu son süreçle tekrar belirirken buna rağmen hükümetin 20 ayı aşkın bir süredir nasıl ayakta kaldığı da merak konusu oldu.
Lieberman'ın geçmişi
İsrail' de Şubat 2009 seçimleri sonrasında oluşan meclis aritmetiği, Netanyahu'nun Likud'undan daha fazla milletvekili çıkaran merkez partisi Kadima'nın lideri Tzipi Livni'nin hükümet kurmasına izin vermemişti. ABD'nin de telkinlerine rağmen başbakanlığı bölüşmek istemeyen Netanyahu ve Livni milli mutabakat hükümetini kuramamış; bunun sonucunda Avigdor Lieberman'ın lideri olduğu aşırı sağcı İsrael Beytenu partisinin kilit konuma geldiği bir "sağcı-aşırı sağcı-merkez sol-dinci" koalisyonu kurulmuştu. Kabinede merkez sağcı Netanyahu başbakan, merkez solcu Barak savunma bakanı, aşırı dinci Eli Yişai içişleri bakanı ve aşırı sağcı Lieberman da dışişleri bakanı vazifelerini üstlenmişti. Lieberman'ın bar fedaisi geçmişi, ırkçı ve zenofobik söylemleri, yasadışı yerleşimci olması ve hakkında açılan şiddet ve rüşvet davaları Netanyahu'nun kendisini dışişleri bakanı yapmasına engel olmadı. Zira 15 milletvekili ile Lieberman da Netanyahu'yu başbakan yapmıştı. Bakan olduktan sonra yaptığı gaflar, çıkardığı krizler ve hatta Netanyahu'yu zor durumda bırakan açıklamaları da Lieberman'ı koltuğundan etmedi. Bu durum aslında Lieberman-Netanyahu ikilisinin ilişkisinin uzlaşıdan çok ihtiyaç ve çıkar temeline dayandığını göstermektedir. Kısaca, her ikisi de koltuklarında kalabilmek için birbirlerine muhtaçlar. Barışın antitezi olan Lieberman, Netanyahu'nun "ölümü gösterip sıtmaya razı etmek" metodu için biçilmez kaftandır. Diğer bir deyişle Lieberman'ı gören Filistinliler ve Amerikalılar hatta Türkler Netanyahu'ya razı olabileceklerdir. Ayrıca barış görüşmelerindeki başarısızlıkların sorumluluğunun kolaylıkla üstüne atılabileceği bir günah keçisidir Lieberman. Dış siyaseti belirlemeyen ve yönlendirmeyen, by-pass edilmiş bir dışişleri bakanıdır. Bu sebepten ihtiyaç ilişkisinin ötesinde Lieberman'ın Netanyahu için kullanışlı bir ortak olduğunu iddia etmek mümkündür. İsrail'in mevcut yönetimindeki kıymet-i harbiyesi, "kullanışlı hükümet ortağı"ndan ibaret olan Lieberman, aslında Türkiye ile ilişkilerin normalleşmesini istemeyen Netanyahu için bir paravanadır. İsrail kamuoyunda özellikle 2006'da Halid Meşal'in Ankara ziyaretiyle tırmanışa geçen Türkiye karşıtlığını ve bu karşıtlığın Mavi Marmara katliamı sonrası nefrete dönüşme trendini takip eden Netanyahu, Türkiye'den özür dileyerek bu kadar güçlü İsrail kamuoyunu karşısına almaktansa normalleşmeyi erteleyerek bu karşıtlıktan siyasi puan toplama çabası içerisindedir.
Netanyahu'nun baskı paratoneri
İşin düşündürücü tarafı ise İsrail'de artık bir "milli gurur meselesi"ne dönüşen Türkiye'yle ilişkilerden sadece Netanyahu'nun değil diğer birçok İsrailli liderin de istifade etmeye çalışmasıdır. Livni'nin "Türkiye tarafını seçsin" açıklaması, Barak'ın Türk istihbaratını suçlayan açıklamaları ve özür dileme karşıtlığı, Lieberman'ın Türkiye hakkındaki nefret söylemleri de fırsattan istifade çabalarıdır. Özür karşıtlığıyla Livni sağcı, Lieberman da Rus göçmenler dışındaki seçmenlere ulaşmayı hedeflerken Barak ise savunma bakanı olarak Mavi Marmara katliamının sorumluluğundan kurtulmanın çabasını vermektedir. Bu yönleriyle hem kabineyi oluşturan partilerin hem de ana muhalefet partisi Kadima'nın belki de üzerinde birleştikleri tek mevzu "Türkiye'den özür dilememe"dir. Netanyahu baskı paratoneri olarak kullandığı Lieberman'la birlikteliğine mümkün olduğunca devam edecek ve Lieberman'ı gösterip kendine razı ettirmeye çalışacaktır. İsrail kamuoyundaki güçlü özür karşıtlığı devam ettiği ve Netanyahu hükümetin bekasını İsrail'in uzun vadeli çıkarlarına tercih ettiği müddetçe de İsrail Türkiye'den özür dilemeyecek ve de Türkiye-İsrail ilişkileri normalleşemeyecektir.