Medyanın siyaseti biçimlendirmesi zaman zaman doğrudan zaman zaman da dolaylı biçimlerde kendisini göstermektedir. Tarihsel olarak bakıldığında, siyasete etki etmek isteyen aktörler ya medya sahipliği yoluyla ya da medyadaki aktörlerin desteğiyle bu durumu gerçekleştirmişlerdir. Merkezi ve hiyerarşik bir örgütlenme pratiğine sahip olan konvansiyonel medyanın yapısı hem siyaset yapıcı aktörlerin işlerini kolaylaştırmış hem de bu aktörlere tesir etmek isteyen medya sahiplerinin pozisyonlarını güçlendirmiştir. İnternet ile ortaya çıkan ve konvansiyonel medyanın eksenini başka bir düzleme sokan yeni medya teknolojileri, bireylere içerik üretimini mümkün kılan bir yapısal değişimi ortaya çıkartmıştır. Böylelikle ağlar üzerinden şekillenen günümüz "bilgi toplumu" bilginin iktidar kurma pratiği açısından önemini daha fazla artırmıştır. Bu perspektiften bakıldığında devasa ulus-ötesi dijital şirketlerin bugünkü konumu hem siyaset-medya ilişkisinin dönüşümünü hem de medyanın siyasete etki etme biçimlerindeki değişimi kaçınılmaz kılmıştır. Öyle ki dijital ağlar üzerinden seçmen davranışlarının manipüle edilmesi ve bu yolla seçimlere müdahale edilmesi 2016 ABD Başkanlık seçimi sonrasındaki temel gündem maddelerinden biri oldu. Bu hafta içerisinde yapılan ve halen tartışılan ABD seçimlerinde de benzer müdahale iddiaları söz konusu olmuş ve Trump'ın açıklamaları üzerinden konu ciddi bir noktaya evrilmiştir.
Dijital şirketler ve egemenlik sorunu
2016'da Clinton'ın önünde başkanlık yarışını kazanan Trump'ın medya ile ilişkileri genelde çatışmalı bir düzlemde ilerlemiştir. Trump'ın konvansiyonel medya araçları (özellikle CNN) ile girdiği mücadele bir yandan kendisini yıpratırken diğer yandan onun popülist siyasetini destekleyici bir ötekinin oluşmasına da imkan sağlamıştır. Fakat Trump açısından en önemli sorun alanı, internet üzerinden olağanüstü bir güce kavuşan küresel sosyal ağların kendisiyle farklılaşan tutumları olmuştur. Nitekim Trump başta Twitter ve Facebook olmak üzere birçok sosyal medya şirketi ile sorunlu ve çatışmalı bir ilişki modeli yürütmek zorunda kalmıştır. Öyleki pandemi sürecinde Trump'ın koronavirüse (COVID-19) ilişkin yaptığı açıklamalar Twitter tarafından hassas içerik olarak kodlanmış ve kısmi bir sansür uygulanmıştır. Benzer biçimde Trump'ın seçimin ertesi gününde Twitter üzerinden yaptığı bazı açıklamalar "tartışmalı bilgi içermesi" gerekçesiyle kısıtlanmıştır. Örneğin Trump'ın seçimlerin sonucuna ilişkin erken zafer açıklaması ve seçimlerde şaibe olduğuna dair iddialar Twitter, Instagram ve Facebook gibi platformlarda karşı açıklamalar ile mukavemet görmüştür. Oyların henüz sayıldığı ve sayımın bitmediğine dair uyarı ve resmi açıklamalar yapan platformlar seçimlere doğrudan müdahil olma seçeneğini masaya yatırmışlardır. Diğer tarafta ise özellikle Ağustos ayında başlayan ve Biden'ın başta Ukrayna ile ilgili olmak üzere, özel hayatını da ilgilendiren birtakım iddiaların dolaşımı sosyal medya şirketlerince doğrudan yasaklanmış ve Biden'ın kimi zaman örtülü kimi zaman da açık biçimde kayırıldığı iddia edilmiştir. Hatta bu durum Trump tarafından açık biçimde eleştirilerek demokratların seçim kampanyalarına destek verdiği iddiasıyla Facebook ve Twitter'ı Demokratların "üçüncü kol"u (third arm) olmakla itham etmiştir.
Küresel internet platformlarının ilk kez bir seçim üzerinde doğrudan pozisyon almaları ve Trump'a karşı konumlanmaları, üzerinde düşünülmesi gereken bir konu olarak karşımızda duruyor. Birçok ülkenin sosyal medya ortamlarını regüle etmeye dönük girişimleri göz önüne alındığında, gelecek on yılların en can alıcı sorun alanı, devletler ve ulus-ötesi dijital ağların mücadelesi olacak gibi gözükmektedir. Dijital alanı bir egemenlik meselesi olarak görmek ve bu alan üzerinden ortaya çıkabilecek tehdit alanlarını sınırlandırmak ülkelerin en temel meselesi olacaktır.
Türkiye yansımaları
ABD Başkanlık seçiminde, Biden'ın seçimi önde götürmesinin Türkiye'deki muhalefeti heyecanlandırdığı açık biçimde görülmektedir. Nitekim seçimin ertesi günü muhalefet partisine yakın bazı kanallarda erken seçim tartışmalarının yapılması bunun bir göstergesidir. Biden'ın Ocak ayında New York Times muhabirleri ile yaptığı toplantıda, Türkiye Cumhurbaşkanını hedef alması ve Türkiye'deki muhalefeti desteklemek suretiyle iktidar değişikliği hedeflemesi, muhalefetin bir kısmının iştahını kabartan bir skandal olarak değerlendirilmiştir. Öyle ki Biden'ın söz konusu toplantıda "Erdoğan'ı yenmeleri için onları (muhalefeti) destekleyeceğim" yönündeki sözleri, ciddi bir aksülamel oluşturmamış aksine bazı kesimlerde zımni bir destek de görmüştür. Benzer biçimde geçtiğimiz aylarda kamuoyuyla paylaşılan Center for American Progress'in yayımladığı "Türkiye'nin Değişen Medya Ortamı" adlı raporda da Türkiye'deki muhalif medyanın finansal açıdan desteklendiği ve istenilen sonucun alınmadığı ifade edilmiştir. Erdoğan politikalarını sınırlandırma adına bahse konu medya organlarının daha fazla desteklenmesi gerektiği ise bir tavsiye olarak dillendirilmiştir. Nihai kertede bakıldığında, Türkiye'de cari iktidarı demokratik olmayan yollarla değiştirme çabaları hem hukuk hem de askeri bürokrasi aracılığıyla farklı zamanlarda denenmiştir. 15 Temmuz gibi bir tecrübe dikkate alındığında Türkiye'de demokrasi dışı yollarla iktidar değişikliğinin hedeflenmesi girişiminin nasıl bir akıbet ile sonuçlandığı görülecek ve söz konusu çabaların anlamsızlığı daha iyi anlaşılacaktır.