Filistin topraklarındaki İsrail işgali, 100 yıla yaklaşan bir süredir devam ediyor. İşgalin etkilerinden tüm Filistinliler olduğu gibi toplumun büyük bir kesimini oluşturan kadınlar da derinden etkileniyor. Nitekim bu mücadelede bir kadın olarak var olmak başlı başına bir direniş sembolü.
Gazze, 2007 yılından bu yana İsrail ablukası altında. Abluka ve beraberinde gelen ambargo Filistinli kadınları doğrudan etkiliyor. Günde sadece 6 saat verilen elektrik, gıda ve temiz suya erişim zorluğu, sağlık hizmetlerinin yetersizliği hayatı iyice zorlaştırıyor.
Dünya 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana Gazze halkına yapılan bir soykırımı canlı canlı izliyor. İnsana, hayvana, toprağa, taşa, doğmamış çocuğa yapılan bu soykırım her geçen gün dehşetini artırarak devam ediyor. Kuvözdeki bebeklerin bile hedef alınarak katledildiği bu soykırımda dünya üzerinde yaşayan insanlar hastanelerin bile vurulduğuna, insanların diri diri toprak altına gömüldüğüne şahit oldukça işgalci İsrail'e yönelik tepki dalga dalga yayılıyor.
7 Ekim'den bu yana Gazze Sağlık Bakanlığı'nın açıklamalarına göre 35 binden fazla insan saldırılarda hayatını kaybetti, on binlerce insan hala enkaz altında ve bu durum resmi rakamlara henüz yansımadı. 15 binden fazla çocuğun hayatını kaybettiği Gazze'de 10 binden fazla kadın da maalesef öldürüldü. İşgalci İsrail'in havadan, karadan ve denizden yoğun saldırılarını sürdürdüğü Gazze Şeridi'nde 1,9 milyon kişi yerinden edildi, göçe zorlandı. Uçaklardan atılan "Burayı terk edin!" uyarıları ile harekete geçen Gazze halkı göç yolunda bile katledildi.
Gazze nüfusunun yarısını kadınlar oluşturuyor. Filistinli kadınlarla ilgili yazabileceğimiz onlarca konu var şüphesiz ama bu yazıda Gazze'de hali hazırda yaşanan insani krizden kadınların nasıl etkilendiğini anlatmaya çalışacağım.
Saldırılar sebebiyle her geçen gün derinleşen insani kriz toplumun öznesini oluşturan kadınları derinden etkiliyor. Filistin'de kadın olmak, hele de anne olmak pek çok şeyi aynı anda idare etmeyi gerektiriyor. 7 Ekim'den önce de kadınların çoğu eşleri olmadan evlerini çekip çevirmek, çocuklarını büyütmek ve mücadelenin içinde yer almakla görevliydi. 7 Ekim sonrası her şey çok daha zorlaştı. Bir yerden başka bir yere defalarca yerinden edilen bu insanlar en temel ihtiyaçlarını sağlayamadılar. Buldukları nispeten güvenli barınaklara topluca sığınmak zorunda kalan Gazzelilerin, özellikle de kadınların en büyük sorunlarından biri mahremiyet ve hijyen sorunu.
Saldırılar nedeniyle kuzeyden güneye sürekli hareket halinde olan Gazzelilerin çoğu Birleşmiş Milletler Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı'na (UNRWA) bağlı okul ve kurumlara sığınıyor. Kapasitelerinin çok üzerinde kişiye barınak olan bu merkezlerde tuvalet ve banyolar toplu kullanılıyor. Çeşmelerden su akmıyor. Kimsenin kendine ait bir odasının olmadığı bu merkezlerde kadınların mahremiyeti yok denecek kadar az. Gerçek bir sağlık krizi ile karşı karşıya kalan kadın ve çocukların hasta olduklarında tedavi olabilecekleri hastanelerin sayısı da artık bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda.
Benzer bir durumu kurulan çadır kamplarda da görmek mümkün. Her yüz çadıra bir tuvaletin düştüğü çadır kamplarda kadınlar yine mahremiyet eksikliği, hijyensiz ortam ve her türlü yoklukla karşı karşılayalar. Geceleri kadınların tuvaleti kullanmalarının neredeyse imkânsız olduğu bu ortamlarda haşereler ve salgın hastalıklar da kol gezmekte.
Çocuklarını kaybetmenin, evlerinden çıkarılmalarının, sürekli göç yolunda olmalarının verdiği üzüntü ile sürekli baş başa olan Gazzeli kadınları her daim dimdik ayakta olarak, ya şehit evladına vakur bir şekilde veda ederken ya da bir dayanışmanın ortasında görüyoruz.
Gazze Şeridi'nde 60 binden fazla hamile kadın yetersiz beslenme ve sağlık bakımından mahrum. Çok sık dehidrasyon yaşamaktalar. Bu kadınların çoğu sağlıksız koşullarda doğum yapıyor. Doğum anında veya sonrasında herhangi bir komplikasyon oluşursa kendisine ya da çocuğuna müdahalede bulunmak neredeyse imkânsız.
Her gün en az 50 annenin katledildiği Gazze'de her 10 kadından 9'unun gıdaya erişimi erkeklere oranla daha zor. BM Kadın Birimi İcra Direktör Yardımcısı Sarah Hendriks Gazze'de yaşayan kadınların yaşam mücadelesine dikkati çekerek "Gazze'deki kadınlar, kızlar ve ailelerinin ölüm ve hayal dahi edilemeyecek yoksullukla karşı karşıya kalmaya devam ettiğini" belirterek yaşananların ciddiyetini vurguluyor.
Gözlerinin önünde paramparça olan çocuklarını izleyen anneler… Bombardımanda ölürse tanınsın diye çocuklarının kollarına, bacaklarına isimlerini yazan anneler… Bir tabak yemek bulabilmek için saatlerce kuyrukta beklemek zorunda kalan, hayvan yemlerinden ekmek yapmaya çalışan ve sabırla etrafındaki kişileri özellikle çocuklarını ayakta tutmaya çalışan kadınlar yine anneler…
Yaşananlar her açıdan zorken bu durumda bile dayanışmayı başarabilen bir topluluk Gazze halkı. Öncelikle şunu belirtmemiz gerekir; savaş, çatışma, işgal alanlarının dışında bulunan bölgelerde dayanışma içinde olmak büyük bir erdemdir. Olağanüstü koşullarda, savaş, çatışma, işgal durumlarında dayanışma içerisinde olmak çok daha büyük bir erdemdir. Elbette her yerde herkes bu ruha sahiptir diyemeyiz ancak toplumun hissedilebilir bir kesimi bu ruha sahipse, bir problem çıktığında dayanışabiliyorsa o toplumda dayanışma var demektir. O toplum dayanışma ruhuna sahip insanlardan oluşuyor demektir.
Doğru bakış açısı sağlam imanı, sağlam iman da dayanışma gücünü getirir. Bir toplumda dayanışma denilince ilk akla gelen çoğu zaman kadınlar olur. Eğer kadınlar dayanışma ruhuna sahip değilse diğer fertlerin, özellikle çocukların dayanışması mümkün değildir.
Bir toplumda tüm sorunlara ve yokluklara rağmen kitlesel isyanlar yok ise bu durum toplumda dayanışmanın güçlü olduğunu ortaya koyar. Eğer kitlesel isyanlar başladı ise işte orada dayanışma kalmamıştır diyebiliriz.
Gazze'ye baktığımızda kitlesel isyanların olmadığına şahit oluyoruz. Bunun en büyük sebeplerinden biri Gazzeli kadınların birbiri ile dayanışmasıdır.
Sığındıkları toplum merkezlerinde iş bölümü yaparak dayanışan kadınlar içinde bulundukları zorlukları beraberce aşmaya çalışıyorlar. Çadırlarda yaşayan kadınlar için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Gece tuvalet nöbetleri, hijyen malzemeleri paylaşımları, gelen yardımlar arasından çıkan bebek ürünlerinin yeni doğum yapan kadınlara ulaştırılması, bölgeye gelen unların toplu halde kadınlar tarafından ekmeğe dönüştürülmesi ve dağıtılması, Gazze toplumunda kadınların savaş ortamında nasıl dayanıştığına ve ayakta kalmak için hep beraber nasıl mücadele ettiklerine birer örnektir.
Kadınların kendi aralarında yaptıkları konuşmalarda da direniş ve dayanışma ruhlarını nasıl diri tutmaya çalıştıklarını görüyoruz.
Yıkılan evinin enkazı üstünde oturarak "Burada kalacağız, bir yere gitmeyeceğiz!" diyen kadını da "Dört çocuğum da Mescid-i Aksa için feda olsun!" diyen anneyi de kendi perspektifimizden bakarak anlamamız zor. Annesini saçlarından tanıyan kız çocuklarının eğer yaşarsa nasıl bir travma ile büyüyeceği meçhul. Gece uyuduklarında gözlerini kırpmadan çocuklarını izleyen ve en küçük bir seste çocuklarının üstüne kapanan Gazzeli annelerin hızına dünyanın yetişmesi imkânsız.
Hepsi bir anda ölmesin diye evlatlarını odalara dağıtan bir anne hangi saiklerle o ayrımı nasıl yaptı asla bilemeyeceğiz belki de. Bildiğimiz tek bir gerçek var ki 7 Ekim'den sonra dünyanın eskisi gibi olmayışıdır.