ABD'nin İsrail Büyükelçiliğini Kudüs'e taşıma kararı Filistin tarafında büyük protesto gösterilerine neden oldu. İsrail güvenlik güçleri Gazze'de silahsız Filistinli sivillere gerçek mermilerle ateş açarak katliam yaptı. Gazze'de bu katliamlar işlenirken ABD Başkanı Trump'ın kızı ve damadı Kudüs'te ABD Büyükelçiliğinin açılışındaydı. ABD bugüne kadar Filistinİsrail sorununda daima İsrail'e daha yakın konumda oldu, bunda ABD içindeki lobilerin ve Kongredeki İsrail lobisinin nüfuzu büyük ancak Washington her zaman bu sorunun çözümü konusunda arabulucu olma pozisyonunu muhafaza etmeye çabaladı.
Trump yönetiminin ABD'de iş başına gelmesinin ardından Beyaz Saray, denge politikasını bir kenara bırakarak doğrudan İsrail'in yanında pozisyon almayı tercih etmiştir. Bunun da ötesinde Trump yönetimi İsrail sağının ve aşırı sağ koalisyonunun lideri konumundaki Netanyahu hükümetinin en önemli destekçisidir. Dünya çapında İsrail zulmü ve gaddarlığına karşı tecrit kampanyaları yürütülüyorken ABD'nin böylesi bir yakınlığı tercih etmesi Filistinİsrail sorununun barışçıl yolla çözülmesi ihtimalini imkânsız hale getirmektedir. Aslında bütün bu orantısız hamlelerle yapılmak istenen meselenin adil tek çözüm formülü olan iki devletli çözüm ihtimalini ortadan kaldırmaktır.
İsrail sağı Oslo barış sürecinin 2000'de Aksa İntifadası ile sona ermesinin ardından iki devletli çözüm seçeneğinin imkânını ortadan kaldırmak için sistematik adımlar atmakta. Bu adımlar arasında en önemlisi Filistin toprakları üzerindeki İsrail yerleşimlerini artırmak, bu yerleşimlerin etrafında tecrit duvarları ve güvenlik noktaları oluşturmak, Filistin'in Gazze ve Batı Şeria'daki altyapısını tahrip etmek ve en önemlisi ise Kudüs'te tek taraflı işgal ve tehdit politikalarını sürdürmektir. Netanyahu hükümeti ve İsrail sağının bu konudaki temel amacı Filistin direnişini tamamen çökerterek Filistin kimliğini ortadan kaldırmaktır. Batı Şeria'nın bir şekilde Ürdün tarafından kontrol edilmesi, Gazze'deki "hapishane"nin İsrail yandaşı bir Mısır yönetimine devredilmesi ve buradaki bir kısım Filistinlilerin Sina'ya taşınması ve Kudüs'ün tamamen İsrail kontrolüne girmesi bu planın önemli sacayaklarıdır. Yapılmak istenen ise bu plan doğrultusunda iki devletli çözüm ihtimalinin ortadan kaldırılması ve direniş konumunu sürdüren HAMAS'ın tamamen kriminalize edilmesidir. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır ise bu politikaya çanak tutarak İsrail ile ilişkilerini müttefiklik konumuna taşımaktadırlar. Bütün bu tablo içindeki en kritik rolü ise şüphesiz ABD yönetimi oynamaktadır.
Uluslararası tepki
Netanyahu hükümetinin oluşturduğu planın uygulanması Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararları, uluslararası hukuk, uluslararası savaş hukuku ve insan hakları gibi birçok normun ihlal edilmesi ile mümkün olabilir. Uluslararası değer ve kurumlara itibar etmediğini her fırsatta fiili olarak gösteren Trump yönetiminin desteği İsrail'in insanlık dışı uygulamaları açısından son derece önemlidir. ABD'nin son dönemde Ortadoğu'da atmış olduğu adımlar dikkate alındığında Washington'ın bölge politikalarının tamamen İsrail çıkarları doğrultusunda şekillendiği görülmektedir. Netanyahu ve Trump'ın ilişkisi iki ülke çıkarlarını da aşan bir şekilde aynılaşmış ve hatta iki ülkenin uzun vadeli ulusal çıkarları ile de çelişir bir noktaya gelmiştir. İki liderin siyasi kariyerleri ve çıkarları adeta ülkelerinin orta ve uzun vadeli çıkarları hilafına olacak şekilde gelişmektedir.
İsrail önümüzdeki dönemde Filistinlilerin ve bölgedeki diğer hasımlarının sinir uçlarına dokunarak provokasyonlarına devam edecektir. Trump yönetiminin verdiği sınırsız destek ve bölgedeki diğer aktörlerin kendi aralarında yaşadığı kutuplaşmalar ve gerilimler İsrail'in işini oldukça kolaylaştırmaktadır. İsrail kendi lehine olan uluslararası konjonktürü sonuna kadar değerlendirmek isteyecektir. HAMAS'ın provoke edilerek tekrar şiddet eylemlerine sürüklenmesi ise İsrail'in işini kolaylaştıracak ayrı bir faktör olabilir. HAMAS veya diğer Filistinli direniş örgütlerinin kendi içlerini kontrol edebilmeleri bu nedenle kritiktir.
Bütün bu olumsuz tabloyu adil barışa ulaşabilmek için tersine döndürmek oldukça güçtür ancak atılabilecek bazı adımlar bu süreci yavaşlatabilir. Uluslararası toplumda İsrail'in tek taraflı adımlarını engelleme konusunda mutabakat oluşması ve en azından bölge ülkeleri arasında eş güdümün sağlanması bu konudaki en önemli adım olacaktır. BMGK'da ABD vetosu nedeni ile İsrail aleyhinde yaptırım kararı almak mümkün değil ancak ülkenin belli konularda boykot edilmesi ve bu konuda farkındalık yaratacak politika ve söylemlerin devamı ve kamuoyu çalışmaları değerlidir. Uluslararası aktörlerin koordine olarak tartışmayı canlı tutmaları İsrail'in yıkım politikalarını gerçekleştirmesine önemli ölçüde ket vuracaktır. Türkiye'nin uluslararası kamuoyunu harekete geçirmeye yönelik öncülüğü ve uluslararası farkındalığı artırmaya yönelik çabaları önümüzdeki dönemde daha fazla önem kazanacaktır.