ABD'de Rıza Zarrab davası üzerinden Türkiye'ye yönelik yeni bir saldırı dalgası oluşturulmaya çalışılmakta. Yeminli Türkiye muhalifi olan Amerikalılar da dahil olmak üzere hemen herkes bu davanın hukuki değil siyasi bir dava olduğu konusunda mutabık.
Davanın amacı ise ABD'nin çizdiği sınırların dışına çıkmanın siyasi ve ekonomik bedelleri olduğunu göstermek ve Türkiye'ye uluslararası kamuoyu önünde "diz çöktürmektir." Akıllarınca bu bedeli hükümete yıkarak toplumun geri kalan kısmında bir hezeyan yaratabileceklerini düşünmekteler.
Yolsuzluk iddiasının toplumun geri kalan kısmında bir huzursuzluk yaratması planlanmakta ve Gezi kalkışması gibi bir toplumsal protesto ve kargaşa dalgası yaratmayı planlamaktalar. Dava sonrası yerel iş birlikçiler tekrar devreye sokularak Türkiye içinde yeni bir karışıklık senaryosu denenmeye çalışılacaktır.
Ancak son dört yıllık süreçte kanlı bir darbe girişimi dahil akla gelebilecek bütün taktikleri tüketmiş olan FETÖ örgütünün yörüngesinde yürütülen bu operasyon Türkiye kamuoyunda beklenilen etkiyi oluşturmayacaktır.
Türkiye-ABD ilişkilerinin yakın zamanda normalleşme sürecine gireceğine dair herhangi bir emare söz konusu değildir. Aksine ABD tarafından son dönemde yapılan hamleler birlikte düşünüldüğünde Türkiye ile ilişkileri geliştirmenin en iyi yolunun mevcut hükümeti düşürmek olduğunu savunan yaklaşımın halen Washington'da işler görüş olduğu ortaya çıkmaktadır.
Washington'da bu görüşü savunanlar 2013'ten bu yana Türkiye'de rejim değişikliği stratejisini devreye sokmaya çalışmaktalar.
Bu görüşün savunucuları ABD'nin izlediği stratejilerin dışında müstakil ve bağımsız bir çizgide hareket etmeye çalışarak zaman zaman ABD'nin planlarını bozan Türkiye'nin geç olmadan tekrar ABD yörüngesine sokulmasını veya hepten NATO müttefikliğinden çıkarılmasını istemekteler.
ABD Başkanı Trump her ne kadar Türkiye'ye yönelik yapıcı mesajlar vermeye devam etse de bu mesajların sahada herhangi bir karşılığı bulunmamaktadır.
ABD'nin Türkiye'yi FETÖ ve PKK/PYD gibi terör örgütleri üzerinden yıpratma stratejisi halen hâkim yaklaşımıdır.
ABD'deki bazı kurumlar bunu bir adım daha öteye götürerek ekonomik cezalandırma yöntemlerini de kullanarak Türk ekonomisini istikrarsızlaştırmayı ve 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine giderken hükümeti içerden yıpratmayı planlamaktalar. ABD istihbarat örgütleri FETÖ ile yoğun bir şekilde çalışmaya devam etmekteler. Amerikan yargısı FETÖ'cüler tarafından illegal yöntemlerle temin edilen veya kurgulanan belgelerle Türkiye'yi köşeye sıkıştırmaya devam etmekte.
ABD silahlı kuvvetleri PKK/ PYD'ye ağır silahlar temin etmeye devam etmekte ve bu terör örgütlerine koruma kalkanı oluşturmak için Suriye'de askeri üsler inşa etmektedir. Amerikan basını ise dava ile sansasyon yaratmaya çalışmakta ve meşhur operasyon gazeteleri işi Türkçe tweet atmaya kadar götürmüş durumdalar.
Basın üzerinden manipülasyonun yakın zamanda artarak devam etmesi beklenmekte.
ABD Dışişleri Bakanı Tillerson ise Türkiye'nin İran ve Rusya ile çalışmasını tehdit yollu eleştirmektedir.
Türkiye'nin karşısında oldukça organize ve koordineli bir saldırı dalgası var ve bunun senkronizasyonu bizzat ABD resmi kurumlarınca yönetilmekte. Türkiye'deki hükümetin uluslararası arenadaki imajını yolsuzluğa bulaşmış, uzlaşmaz, otoriter, insan haklarına saygı duymayan ve ülke ekonomisini iyi yönetemeyen ve terörü engelleyemeyen bir görüntüye getirme çabasında olunduğu çok açık. Bu hamlelerle Türkiye'nin iç direnci ve ahengi de bozulmak istenmekte.
ABD içindeki güç boşluklarını değerlendiren bürokratik oligarşi benzer bir oyunu kendi başkanlarına karşı da oynamaya çalışmaktadır.
Bu oyunların bozulmasında Türk insanının dik duruşunun yanı sıra ABD içindeki daha makul aktörlerin de rolü olacaktır.
"Türkiye'yi kim kaybetti?"
ABD içinde Türkiye'ye yönelik siyaset konusundaki tek görüş elbette mevcut yaklaşım değildir. Ankara ile ilişkilerdeki sorunları kademeli olarak çözerek ilişkileri normalleştirmenin Türkiye'nin tamamen başka bir eksen kaymasını önleme konusunda çok daha etkili bir strateji olduğunu savunanlar da var. Ancak Türkiye karşıtı oluşturulan havadan dolayı bu yaklaşımlar yeterince seslerini duyuramamaktalar.
Türkiye'nin Suriye özelinde Rusya ve İran ile çalışması Türkiye-ABD ilişkilerin bozulmasının sebebi değil tam aksine bir sonucudur.
Türkiye kendi müttefiki olarak bildiği ABD tarafından Suriye ve daha birçok örnekte yüzüstü bırakılınca ulusal güvenliğini korumak için Rusya ile yakınlaşmıştır.
Şunu unutmamak gerekir ki Rus jetinin düşürülmesi krizinin etkileri sürmesine karşın 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Türkiye'ye açıktan destek olan en önemli aktör Rusya olmuştur. ABD ve AB ise 15 Temmuz'u geçiştirerek Türkiye'de büyük hayal kırıklığına neden olmuşlardır.
Türkiye'nin ABD ve AB'ye yönelik güven bunalımının ardında bu hayal kırıklıkları yer almaktadır.
Şu anda dış politika konusunda yönsüz ve vizyonsuz bir şekilde yalpalanan ve bürokratik oligarşinin keyfince hareket eden ABD büyük strateji konusunda yeni bir siyaset belirlediğinde şu soruyu soracaktır:
"Türkiye'yi kim kaybetti?" O zaman mevcut gerilimin arkasındaki aktörler suçu birbirlerine atacaklardır.
Bu dalga Washington'da Ankara'da rejim değişiklini savunan kliğin son şansıdır ve bu nedenle onlar da oldukça organize bir şekilde hareket etmeye çalışmaktalar.
Türkiye'yi FETÖ ve PKK/PYD üzerinden yıpratmayı acilen terk etmek ABD açısından Türkiye ile ilişkileri onarmak için köprüden önce son çıkış şansıdır.
Aksi halde ilişkilerde kalıcı ve onarılması mümkün olmayan hasarlar meydana gelecektir. Bu operasyonların yerel ayakları ve taşeronları ise her zamanki gibi en büyük kaybedenler olacaklardır.