Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ABD Başkanı Trump ile görüşmesi, Pentagon'un YPG'ye ağır silahlar dağıtma kararının gölgesinde gerçekleşti. ABD Başkanı Trump'ın zihni ise iç politikada devlet sırlarını Rus yetkililerle paylaşmaktan dolayı görevden alınma tartışmalarıyla meşguldü. Washington'daki bazı çevreler ise Erdoğan ile Trump arasındaki bire bir temasın gerçekleşmemesi için ellerinden gelen tüm çabayı sarf etti. Pentagon'un PKK/PYD'yi ağır silahlarla donatması konusunda bu kadar aceleci davranmasının temel nedeni, iki lider arasındaki temas sonrasında Rakka planında yapılabilecek muhtemel revizyondu. Rakka operasyonu konusunda kayda değer bir değişiklik olmadı, ancak Türkiye kaygılarını en üst düzeyde dile getirdi. Türkiye PKK ile mücadele konusunda ise bazı güvenceler aldı ve kendi mücadelesini aktif şekilde sürdüreceğini somut bir şekilde ifade etti. Bölgede PKK/PYD, DEAŞ ve İran destekli milisler üzerinden yapılmaya çalışılan etnik ve mezhepsel temizliğe sessiz kalamayacağını da belirtti.
ABD Başkanı Trump'ın basın açıklamasına Türkiye'nin ABD ile stratejik ve askeri ortaklıklarına vurgu yapan konuşması ayrıca damgasını vurdu. Türk heyeti Ankara'ya ihtiyatlı bir iyimserlikle döndü ancak bu görüşmenin Mayıs 2013'ten bu yana oldukça olumsuz seyreden Türkiye-ABD ilişkilerinde bir değişimin habercisi olduğu şeklindeki görüş hâkimdi. Görüşmenin Türkiye ile ABD arasındaki tüm sorunları bir çırpıda çözmesini kimse beklememekteydi ancak iki liderin vermiş olduğu sıcak ve samimi görüntü ikili ilişkilerin geleceği açısından ümit vaat eden yeni bir sürecin başlangıcı olarak algılandı.
Normalleşmeyi destekleyen faktörler
Türkiye-İsrail ilişkilerinin yeniden normalleşme yoluna girmesi hem bu konudaki hassasiyeti ile bilinen Trump yönetimi açısından hem de Washington'da Türkiye karşıtlığında yarışan İsrail lobisi ile bağlantılı çevrelerin bakış açılarında tedrici bir değişime neden olacaktır. Türkiye Kudüs ve Filistin halklarının temel hakları konusundaki hassasiyetini sürdürmekle beraber İsrail ile yeni gerilimler yaşama konusunda daha dikkatli davranacaktır. Her iki ülkenin de enerji, turizm ve ticaret alanlarında ortak çıkarları artırmaya yönelik somut çalışmaları mevcuttur.
Türkiye ile ABD'yi yeni dönemde ortak noktada buluşturan diğer bir husus ise mezhep bahanesi ile Ortadoğu'nun genelinde yaygınlaşan İran yayılmacılığıdır. Özellikle mezhep söylemi ve ideolojisi ile zemin kazanmaya çalışan milis gruplar bölgede birçok ülkenin ve yerel unsurların güvenliğini ve çıkarlarını tehdit etmektedir. DEAŞ'ın varlığı ile meşruiyet bulmaya çalışan bu milisleri sınırlandırma siyaseti Türkiye, ABD ve hatta bölgedeki birçok ülkeyi ortak zeminde buluşturmaktadır. ABD eğer bölgeye bütüncül bir şekilde bakmayı denerse Türkiye ile ittifakın, PKK/PYD ile ittifaktan çok daha kalıcı ve yapıcı neticelerinin olacağının farkına varacaktır. Obama yönetimince Sünni yönetimleri sınırlandırmak için örtülü bir şekilde desteklenen ve Türkiye, Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri ve İsrail gibi ABD'nin geleneksel müttefiklerini hayal kırıklığına uğratan Sünni ülkeleri "Şii hilali" ile çevreleme politikası artık sürdürülebilir değildir. Güvenlik ve dış politika konularında kontrolü halen Obama döneminin askeri ve sivil bürokratik aktörlerinden devralamayan olan Trump yönetimi bölgesel politikalarını yeniden gözden geçirdiğinde Türkiye ile işbirliği seçeneğinin, Türkiye'yi terör örgütleri ve Şii milislerle çevreleme çabalarından çok daha verimli sonuçlar ortaya koyacağının farkına varacaktır.
Türkiye'nin Fırat Kalkanı Operasyonu ile sahada yakalamış olduğu başarı ise DEAŞ ile mücadele konusunda en etkili aktör PKK/PYD söylemini çoktan çürütmüştür. Kendi bürokratik ve kişisel kariyerlerini ABD'nin PKK/PYD ile ittifak kurması üzerine kurmuş olan Obama dönemi kalıntısı ABD'nin DEAŞ ile mücadele temsilcisi Brett McGurk ve bazı CENTCOM subaylarının perdelemeleri kalkarsa Türkiye ile ABD arasındaki eşgüdümün yapıcı ve kalıcı sonuçları daha net ortaya çıkacaktır. ABD'nin PYD'yi destekleme konusunda ısrarı hem PYD baskılarından yılmış olan Suriye Kürtlerinin ılımlı kesimini, hem PYD tarafından topraklarından sürülen Kuzey Suriye'deki Arapları hem de Türkiye gibi bir müttefikini karşısına almasına neden olmaktadır. Trump yönetimi de Obama yönetimi gibi Ortadoğu'da kontrollü kaos stratejisini benimsiyorsa PKK/PYD ile yollarına devam edebilirler. Ancak kalıcı bir istikrar istiyorsa Ortadoğu'daki dar görüşlü yaklaşımını değiştirmek durumundadır. Erdoğan ve ekibi, bu çerçevede Washington'a kapsamlı bir planla gittiler.
Güçlü liderliğin etkisi
Trump yönetiminin Türkiye ile ilişkilerini olumlu yönde gözden geçirmesine neden olabilecek diğer bir gelişme ise Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın anayasa halk oylaması sonrasında güçlenen konumudur. Washington'daki bazı çevreler Erdoğan'ın 2013 Mayıs'ının sonunda başlayan Gezi Parkı Şiddet Eylemleri'nden bu yana siyasette zayıf halka ve gidici olduğunu ispat etme çabası içerisindeydiler. 15 Temmuz FETÖ'cü darbe girişimi ve anayasa referandumunda milletin desteği ile güçlenerek çıkan Erdoğan Batı'da işlenmeye çalışılan "topal ördek" iddialarını geçersiz kılmıştır. Hem Washington'daki karar alıcılar hem de diğer uluslararası liderler er ya da geç bu durumu kabulleneceklerdir.
Erdoğan, Trump ile görüşmesinde iki ülkenin işbirliği konusunda samimi bir çerçeve ortaya koymuş ve ilişkilerin normal seyretmesinin önünde duran Türkiye'nin çekincelerini dile getirmiştir. İki ülke ilişkisinin tekrar bölgesel siyaset açısından stratejik bir nitelik kazanıp kazanmayacağı net değildir. Tüm dünyanın cevabını merakla beklenen diğer önemli bir soru ise Başkan Donald Trump'ın Washington'daki müesses nizamla ve yaşamakta olduğu iktidar mücadelesinde ayakta kalıp kalamayacağıdır.