Türkiye'nin en iyi haber sitesi
SEVBA ABDULA

Balkanlarda İstikrar Türkiye’nin Stratejik Önceliği

Balkanlar ve Türkiye, kuşkusuz özel bir ilişkiye sahipler. Tarih, ekonomi, gelecek perspektifi, kültürel benzerlik gibi birçok etken, bu iki coğrafyayı derinlemesine irtibatlandırmaktadır. 80 milyon nüfus, 700.000 km2 alan, 11 farklı ulus-devlet, 8 milyona yakın Müslüman ile Balkanlar, Türkiye açısından özellikle 2000 sonrasında stratejik öncelik haline gelmiştir. 11 ulus devletin tarihsel kimlik olarak Osmanlı-Türklerini büyük oranda öteki olarak kurguladıkları kolektif hafızada Türkiye, son 20 yılda geliştirdiği ilişki ve yatırımlarla bu dezavantajlı durumu daha makul bir seviyeye getirebilmiştir.

Bu süre boyunca AK Parti hükümetleri, Balkanlarda genelde aktif bir dış politika izleyerek birçok sorun alanına müdahil olmayı ve Türkiye'nin bölgedeki kurumsal güç ve kapasitesini artırmayı başarmıştır. Zamanla elde ettiği tecrübe ve yerelin bilgisi ile inşacı ve idealist politikalarından daha realist bir dış politika vizyonunu benimsemiştir 10-11 Ekim 2024 tarihlerinde Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve devlet erkanının Arnavutluk ve Sırbistan ziyaretleri, Türkiye'nin son olarak ilan ettiği milli dış politika vizyonunu, çözüm odaklı ve çok taraflı yaklaşımı, kapsayıcılık ve kucaklayıcılık ilkelerini vurgulamaktadır.

Arnavutluk ve Sırbistan, Türkiye'nin Balkanlara dair istikrar, refah ve güvene dayalı stratejik politikasının iki ana direği olarak öne çıkıyor. Bu iki ülke, son 10 yılda istikrarlı hükümetlere, güçlü liderlere ve büyüyen ekonomilere sahip ülkeler olarak dikkat çekiyor. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan'ın Edi Rama ve Aleksandar Vučić ile geliştirdiği birebir dostane ilişkinin bu stratejik vizyona önemli bir katkı sunduğunu da belirtmek gerekir.

Türk Dış Politikasının Vazgeçilmezi Balkanlar

Türkiye'nin Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Hırvatistan, Slovenya gibi Balkanların AB ve NATO üyesi ülkeleri ile ilişkileri, belirli bir kurumsal yapı ve ikili ilişkilerin belirlediği gündemler üzerinden şekilleniyor. Öte yandan Türkiye'nin kurumsal kapasitesi, kültürel etkinlik ve gücünün daha çok hissedildiği fakat aynı zamanda da kriz alanlarının varlığıyla bilinen Arnavutluk, Kosova, Kuzey Makedonya, Bosna-Hersek, Karadağ ve Sırbistan ile geliştirdiği ilişkiler, konuyu bütüncül bir perspektiften ele almayı zorunlu kılıyor. Balkanların bu 6 ülkesi uluslararası güçlerin de büyük oranda birbirleriyle rekabet ettiği alana da denk geliyor. 2000'li yıllarda Brüksel bölgeye yönelik genişleme politikasını ivmelendirmiş ve büyük bir beklenti oluşturmuştu. 2008 krizi ile sekteye uğrayan bu sürece 2013 sonrası bölgeden herhangi bir ülkenin üye statüsü alamaması eklenince bölge içi kriz alanlarını ve uluslararası rekabetin iştahını artırmıştır.

Rusya ve Çin, bölgede daha aktif politika izleyerek AB dışında bir yol inşa ederken, Türkiye, AB ve NATO üyelikleri çerçevesinde kendi etki alanını genişletmek için politika izlemiştir. 2013 mülteci krizi, 2016 Brexit, 2020 Covid-19 salgını, 2022 Ukrayna krizi, 2023 Gazze soykırımı, dünya siyaseti açısından önemli bir sistemik krizi ortaya çıkarmıştır. Türkiye Balkanlarda 2009-2013 yılları arasında aktif bir dış politika izlerken, 2014-2022 yılları arasında ise iç siyaset, Suriye ve mülteci krizi, ekonomik kriz gibi birçok süreçten dolayı daha temkinli ve realist bir dış politika izlemeyi öncelemiştir. Ancak 2023'te Hakan Fidan'ın Dışişleri Bakanı olarak atanmasıyla bir ivmelenmenin varlığından bahsedebiliriz.

Diğer yandan 2022 Ukrayna savaşı ve AB'ye yönelik Balkan ülkelerinde oluşan hayal kırıklığı ve güvensizlik, güvenlikçi perspektifi öne çıkartarak bölge ülkelerinin askeri harcamalarında önemli artışa neden olmuştur. Bölge, her ne kadar 1990'ların bölgesi değilse de (bölgede NATO ve AB'ye üye olan birçok ülke bulunuyor), uluslararası sistemin dengesizliği, bölgede risk algısını en üst seviyelere çıkarmıştır. Bu çerçevede Türkiye, son üç yılda bölgeye yönelik silah, mühimmat ve parçaları ihracatını 19,3 milyon dolardan 462,1 milyon dolara çıkarmıştır.

Doğal Müttefik: Arnavutluk

Türkiye'nin Balkan politikasının doğal müttefiklerinden biri şüphesiz Arnavutluk'tur. Balkanlarda Arnavutların hamisi olarak kendini konumlandıran Arnavutluk, özellikle 2013 yılından itibaren başbakanlık görevini üstlenen Edi Rama ile birlikte Türkiye ile ilişkilerini stratejik ortaklığa kadar yükseltmiştir. Son 10 yılda ekonomi, eğitim, kültür, ulaşım, altyapı gibi birçok alanda büyük bir ivmeyle Türkiye-Arnavutluk ilişkileri derinleşmiştir. Yunanistan, İtalya ve Türkiye denklemini ve denge politikası ile ülke çıkarı ve yatırımlarını maksimum seviyeye getirmeye çalışan Rama, ülkeyi Enver Hoca döneminin yıkıcı kapalı ekonomi ve toplum modelinin travmalarından kurtarmaya çalışmıştır.

Türkiye-Arnavutluk ilişkileri büyük oranda pozitif bir gündem ile gelişirken, ekonomi, ticaret, altyapı gibi büyük yatırımların dışında ülkede Maarif Okulları, Yunus Emre Enstitüsü, TİKA, YTB gibi Türkiye diplomasisinin önemli kurumları varlığını kabul ettirerek bu ilişkiyi derinleştirmektedirler. Diğer yandan bu stratejik ilişkiyi zorlayan ve bazen de krizlere neden olabilecek kapasiteye sahip birkaç konunun varlığından da bahsetmek mümkündür. Özellikle FETÖ bahsi, Edi Rama'nın elini zayıflatan konuların başında geliyor. Türkiye'nin haklı taleplerini uluslararası baskılar, ülkede kökleşen FETÖ gücü, iç siyaset tartışmaları gibi nedenlerden dolayı karşılamakta zorluk çekiyor. Tiran'da 2015 yılında inşası başlanan ve birkaç yıldır tamamlanıp ibadete açılamayan Namazgah Camii konusu FETÖ sürecinin en temel sütunlarından biri haline geldi. Arnavut İslam Birliği (KMSH) başkanının FETÖ ile iltisaklı biri olması camiinin açılmasını sürekli tehir etti. İki ülke arasında yapılan görüşmeler sonucu caminin yönetimi için bir vakfın kurulması ve Tiran müftüsünün vakıf başkanı ve cami imamı olarak atanması gibi bir ara yol bulundu. Bu yolun bulunması, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 10 Ekim'deki gezisini ortaya çıkardı desek abartmış olmayız.

Arnavutluk'un Türkiye ile ilişkilerinde bir başka sorun olabilecek konu olarak da kamuoyunda yüksek sesle tartışılan Vatikan modeli Arnavut Bektaşi Devletinin kurulmasına dair adımlar olabilir. Din-siyaset, din-devlet ilişkileri konusunda birçok Balkan ülkesi tarihi geçmişlerinden kaynaklanan iç içe geçmiş yapıları nedeniyle dengeyi bulmakta zorlanıyor. Arnavutluk nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olsa da Bektaşilik bir din olarak sayılırken aynı şekilde azımsanmayacak bir Hristiyan nüfusun varlığı ülkenin bu konuyu yönetme kapasitesini zorluyor. Bir dönem uluslararası siyasetin etkisiyle ılımlı İslam ile FETÖ'nün merkezine dönüşen Arnavutluk şimdi Sünni İslam'ın karşısına Bektaşiliği getirerek "Arap ve Ortadoğu İslam'ından" ayrı, modern, Avrupai bir İslam modeli olarak Bektaşiliği öne sürüyor. Bu uluslararası ajandanın arkasında ticaret, turizm gelirleri gibi menfaatler olmakla birlikte yaratacağı etkinin iyi hesap edilmemesi ve Türkiye gibi ülkeleri büyük oranda rahatsız edeceğini öngörmeyen bir stratejik hesap hatası olarak görmek mümkün.

Çelişen Çıkarlara Rağmen Derinleşen İlişkiler: Sırbistan

Sırbistan'ın Balkanların en kilit ülkelerinden biri olduğu açıktır. 19. ve 20. yüzyıllarda geliştirdiği derin diplomatik tecrübe ve hafıza, bulunduğu jeopolitik konum ve Asya-Avrupa kavşağı olma durumu, Bosna ve Kosova gibi bölgenin en önemli kriz alanlarının kilit oyuncusu olmasıyla kendisini vazgeçilmez kılıyor. Sırbistan; Çin, Rusya, ABD, AB, Türkiye gibi ülkelerle görüşebilen, yatırım çekebilen ve siyasal ajanda geliştirebilen tek bölge ülkesi olmasıyla da bu vazgeçilmez durumunu sağlamlaştırıyor.

Sırbistan, Balkanlarda kendine biçtiği merkez ülke durumunu inşa ederken, Türkiye bir yönüyle Sırbistan'ın büyük oranda sorun yaşadığı ülkelerin en büyük destekçisi olarak öne çıkıyor. Fakat Türkiye özellikle 2010'lu yıllarda Vučić ile geliştirdiği ilişki çerçevesinde doğal müttefiklerini kırmadan Sırbistan ile ilişkisini stratejik düzeye çıkartarak derinleştirebilmiştir. Kosova ve Bosna konusu Sırbistan'ın yumuşak karnı olmasının yanı sıra Türkiye ve uluslararası güçlerle geliştirdiği politikalarda kullanışlı bir araca da dönüştürebiliyor.

Sırbistan ve Türkiye ilişkileri ekonomik, kültürel, askeri ve eğitim alanlarında gelişirken, Türkiye'nin Kosova'ya yönelik askeri desteği ve satışları son dönemde Belgrad tarafından eleştirilere neden oldu. Türkiye'nin savunma sanayisindeki gelişmeleri bölge ülkeleri ile bu kalemde ticaret hacminin artırdı., 2020'de Kosova'ya ihracat 600.000 dolar civarındayken, son üç yılın toplam ihracatı 50 milyon dolara yaklaşmış durumdadır. Kosova ordusuna verilen ve Sırbistan'a verilemeyen SİHA'ların Belgrad yönetimine rahatsızlık uyandırdığı açık. Vučić hem 2020 hem de 2022'de, Dağlık Karabağ ve Ukrayna çatışmasındaki performanslarına tanık olduktan sonra Sırp ordusu için SİHA'ları satın almakla ilgilendiğini ifade etmişse de bu konuda Türkiye, temkinli olmaya devam etmektedir.

Sırbistan ve Türkiye ilişkileri derinleşse de birbirlerinin çıkarlarına ters ilişkiler de geliştirmekten geri durmamışlardır. Türkiye, Kosova ve Bosna ile ilgili konularda Sırbistan devleti ve kamuoyunun hoşlanmayacağı pozisyonları açık açık dile getirirken, Sırbistan da Ermenistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Güney Kıbrıs gibi ülkelerle diplomatik ilişkiler kurmayı öncelemiştir.

Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın son gezisi, bu bağlamda ülkeler arası, bölgesel ve uluslararası sistemin tüm dengelerini dikkate aldığını, bölgenin Batı kurumlarıyla bütünleşme sürecini desteklediğini, Sırbistan ile karşılıklı bağımlılığı artırmanın önemini vurguladığını, Kosova'nın askeri silahlanmasının ilişkilerde yaratacağı negatif gündemin önünü almayı ve Türkiye'nin bölgedeki istikrar vizyonunun altını çizmeyi hedefleyen bir çerçeve barındırdığını söylemek mümkün.

Sonuç olarak Türkiye dış politikası, Balkanlarda cari güç kapasitesine göre dengeli, her ülke ile görüşebilen, yapıcı bir yaklaşım sergileyen, ekonomik kalkınma, istikrar ve güven perspektifi ile ilişkilerin gelişimini talep eden merkez ülke rolünü oynamayı hedeflemektedir. Bu çerçevede, olabildiğince ulusal çıkarlara ve bölgedeki müttefiklerine zarar vermeden pozitif konuları güçlendirme, negatif gündemleri ise olabildiğince sınırlama politikasını öne çıkarıyor. Türkiye'nin bölgede var olan aktif politikasını daha da derinleştirmesi ve politika belirleyen bir ülke olması için, bölgeye yönelik bir gelecek perspektifi sunması gerekmektedir. Bu gelecek perspektifi, ekonomik, siyasi ve askeri kurumsal kapasiteyi arttırmayı içerdiği gibi, ideolojik iktidarını tanımlamayarak bölgedeki halkları ve ülkeleri buna ikna etmesinden geçiyor.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA