Cumhurbaşkanı Erdoğan üst düzey görüşmeler yapmak üzere 4 Ekim Çarşamba günü Tahran'a günübirlik ve önemli bir ziyaret gerçekleştirdi. Ziyaret Türkiye-İran ilişkilerinin iniş çıkışlar yaşadığı bir dönemin ardından iki ülkenin bölgedeki ortak kaygı ve menfaatleri ekseninde müşterek bir zemin oluşturmaya çalıştığı bir dönemde geldi. Kısa süre önce Ağustos ayında İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri yüksek rütbeli maiyetiyle Türkiye'ye gelmiş, Ekim ayı başında da Türk mevkidaşı Hulusi Akar Tahran'a iade-i ziyarette bulunmuştu. Erdoğan'ın ziyareti özellikle bu askeri ziyaret trafiğinde ele alınan konuları netleştirme amacını taşımıştır. İki ülke liderlerinin uluslararası toplantılar dışında pek sık karşılıklı ziyarette bulunmadığı ve ikili ilişkilerin son senelerde 1990'lardan beri belki de en gerilimli süreci yaşadığı hatırlanırsa, Türk Cumhurbaşkanı'nın ziyaretinin önemi anlaşılacaktır. Asıl üzerinde durulması gerekense ziyaretten ve ilişkilerin mevcut durumundan tarafların özellikle de Türk tarafının ne beklediği ve bu beklentilerin ne kadar gerçekçi olduğudur.
Ortak kaygılar ve çelişen politikalar
Suriye krizinin derinleşmesiyle beraber Türkiye ve İran'ın bölge politikalarında belirginleşen farklılıklarda dikkat çekici paradoksal hatta ironik bir durum ortaya çıkmıştır. İki ülke de krize düşen bölge ülkelerinin toprak bütünlüğü ve halk iradesinden yana tavır koymuş ancak bu prensipler politikaya dönüştürülürken birbirine neredeyse zıt görüntüler ortaya çıkmıştır. Özellikle Türkiye, Suriyeli muhalifleri destekleyip bu ülkeden akın eden göçmenlere ev sahipliği yaparken krize Suriye'deki mevcudiyetini korumak için müdahil olan İran benzer bir yük yüklenmemiş ve Esed rejiminin statükosunu korumaya dayalı Suriye politikasında muhalifleri muhatap almayı kategorik olarak reddetmiştir. Ayrıca Türkiye Suriye'nin kuzeyinde ortaya çıkan terör yapılanmasına karşı ÖSO ile birlikte mücadele ederken İran istihdam ettiği yabancı lejyonerlerle Esed lehine sahaya inmiştir. Ne var ki bu önemli ihtilaflara rağmen iki ülke liderleri de gerilimi belirli bir düzeyde tutmayı başararak ilişkilerde derin bir çatlağın oluşmasını engellemişlerdir. Gelinen noktada Suriye ve Irak'ta yaşanan gelişmeler her iki ülkeyi de teyakkuza geçirmiş bulunmaktadır. ABD'nin PYD-YPG'ye verdiği destek Türkiye'nin tepkisini çekerken, Rusya'nın Suriye'de artan etkinliği İran'ı tedirgin etmiştir. Irak'ta ise Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) tek taraflı bağımsızlık sürecinin fitilini ateşleyince iki ülkenin ortak hareket etme gerekliliği daha da belirginleşmiştir. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İranlı mevkidaşıyla yaptığı basın toplantısında dikkat çektiği üzere, bu ortak zemin başka alanlarda çıkarların çatışma olasılığını ortadan kaldırmamaktadır. Buna rağmen ortadaki somut ortak endişeler olası sorunlardan daha öne çıkmış ve müzakere masası kurulmuştur.
Masada ne var?
İki cumhurbaşkanının basın toplantısındaki açıklamaları ortak zeminin hangi eksende şekillendiğini ortaya koymuştur. Toplantıda karşılıklı ticaret hacminin 10 milyar dolar düzeyinden 30 milyara çıkarılması gibi uzun süredir gündem olan konular yinelenmiştir. Irak'ın toprak bütünlüğünün korunması bağlamında IKBY referandumuna karşı sergilenen ortak tavır ve bölgede hangi ad altında olursa olsun terör unsurlarına karşı mücadele edilmesi gerektiği ise her iki lider tarafından da özellikle vurgulanmıştır. Peki bu özenle hazırlanmış diplomatik mesajların reel politik anlamı nedir? İran açısından bu ortak zeminin anlamı Irak Merkezi Yönetimi'ni Türkiye'nin Irak'taki tek muhatabı haline getirmek ve Ankara ile Şam arasında dolaylı da olsa bir kanal açmaktır. İran bu iki adımı her iki ülkenin de toprak bütünlüğünün korunmasının yegane yolu olarak görmektedir. Türkiye için ise en can alıcı konu Irak'ın kuzeyinde yuvalanan PKK ve Suriye'nin kuzeyinde giderek güçlenen PYD-YPG terörünün etkisizleştirilmesidir. Türkiye'nin uzun süredir iyi ilişkiler yürüttüğü IKBY'nin bağımsızlık girişimine verdiği sert tepki dikkate alınınca Suriye'nin kuzeyinde doğrudan terör odağı olan unsurların orada yerleşik hale gelmesine müsamaha göstermeyeceği açıktır. Türkiye'nin bu sorunu bertaraf etmek için Esed'in de içinde olduğu bir formüle muhtemelen geçici olması kaydıyla yakınlaştığı görülmektedir. Ancak her halükarda Türkiye'nin Suriye sınırındaki risklerin önünü kalıcı olarak almak için oradaki askeri varlığını bir şekilde kalıcı hale getirmeyi tasarladığı da aşikardır. İran'ın bu noktadaki tavrı hayati önemdedir. Dolayısıyla gerek İran gerekse de Türkiye'nin masada bazı tavizler vermek durumunda olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Zor zamanda ortaklık
Türkiye ve İran arasında küresel ve bölgesel gelişmelerden kaynaklı ortaya çıkan jeopolitik yakınlaşma, yalnızca mevcut sorunların çözümü için değil tarafların birbirlerinin ulusal güvenlik hassasiyetlerini anlaması açısından da kritik önemdedir. Zira bu alandaki anlaşmazlıklar ikili ilişkilerin en can alıcı handikabıdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ziyaretiyle tahkim edilen ortak zemin somut sonuçlar vermesi durumunda tarihi bir fırsat ortaya çıkaracak aksi bir durumda ise karşılıklı kuşkular derinleşecektir.