Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılını kutladığımız bugünlerin tartışılan ve tartışılmaya devam etmesi de gereken başlıca gündem maddelerinden birini yeni anayasa yapımı oluşturmakta. Aslında bu durum yürürlüğe girdiği günden bugüne yapılışı ve içeriği itibarıyla yaşadığı meşruiyet krizinin artık taşınamaz bir yük haline geldiğinin de ifşası olarak düşünülmelidir.
Modern anlamıyla anayasanın topraklarımızda ilk kez karşılık bulması 19. Yüzyılda Kanun-i Esasi'nin kabulü ile gerçekleşmiştir. Padişah II. Abdülhamid tarafından kabul edilen bu belge sonrası sırasıyla 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, 1924 Anayasası, 1961 Anayasası ve nihai olarak 1982 Anayasası tecrübeleri anayasacılık tarihimizin kilometre taşları olmuştur. Bunlardan son ikisi ise birer askeri darbe ürünü olarak ortaya çıkmışlar ve literatürde "dayatmacı anayasa" tipi içinde yer almışlardır. Silahlı bir gücün sivil-demokratik siyasal alanı ortadan kaldırarak kurucu güç rolü üstlendiği bu iki örnek, bir anlamıyla bugün yaptığımız yeni anayasa tartışmasının da tarihsel kaynağını meydana getirmektedir.
Anayasanın Politik Boyutu
Bilindiği üzere anayasalar bir devletin temel belgesidir. Bu belgede devletin nasıl işleyeceği, devletin farklı bölümlerinin (yani organlarının) ne iş yapacağı, söz konusu bölümler arasındaki ilişkiler ve vatandaşların hangi haklara sahip olacağı yazılıdır. Başka bir deyişle bu belge devletin nasıl yönetileceğinin ana kurallarını koyar. Dolayısıyla bir kurallar manzumesi olarak görülebilecek anayasa, hukuksal bir temel kaynağı temsil eder.
Öte yandan Anayasa sadece hukuki bir belge değildir. Aynı zamanda politik bir içeriğe de sahiptir. Çünkü bir devletin politik yapısını, yani o devletin insan topluluğunun (milletin) bir arada nasıl yaşayacağını da belirler. Devletin birliği ve düzeni için bir temel görevi üstlenerek aynı zamanda toplumsal yaşamın da temelini meydana getirmektedir.
Anayasaları salt hukuksal bir metin olarak değerlendirmek onun sembolik karakterinin göz ardı edilmesine zemin hazırlayan bir yaklaşımı temsil edebilir. Maalesef ülkemizde yeni anayasa tartışmalarına egemen olan söylem de büyük ölçüde bu zeminde ilerlemektedir. Bir anayasanın meşruiyeti tartışılırken onun hukuksal olarak ne ölçüde meşru olduğu üzerinden hareket edilmekte, anayasanın meşruiyeti yalnızca yapılış biçimine ve sonrasında ortaya çıkan normatif metne odaklanmamaktadır. Kuşkusu bu da önemlidir. Ancak anayasanın başarılı ve uzun ömürlü olmasının ön şartını onun toplumsal kabulü oluşturur. Tarihte hukuksal açıdan meşru olan ancak toplumsal zeminden-kabulden yoksun birçok anayasaya rastlanabilir. Ancak başarılı olanlarının yüksek toplumsal kabule sahip oldukları görülmektedir. 1982 Anayasası bunlardan ilk grup içinde yer almaktadır.
1982 Anayasası ilgili yapılan tartışmalarda dikkatlerden kaçan ya da kaçırılan nokta da tam burasıdır. Zira anayasanın meşruiyeti denildiğinde farkında olmadan çoğunlukla onun hukuksallığına vurgu yapılmaktadır. Bu durum da mealen "1982 Anayasası birçok kez değişti ve ilk halinden oldukça uzak, neden yeni bir anayasaya ihtiyacımız olsun ki?" şeklinde karşı bir argümanı beslemektedir. Bu argüman hukuksallık ölçü alındığına haklılık payına da sahiptir. Çünkü sadece anayasa hükümlerinin mevcut hali değil, daha ileri gittiğimizde darbecilerin anayasayı hukukçulara yaptırdıklarını, hatta halkoyuna sunarak kabul ettirdiklerini söyleyerek de güçlendirebilir. Fakat ortadaki apaçık gerçek, yapılan halkoylamasında yüzde 91,37 gibi çok yüksek bir oran ile kabul edilmesine rağmen 1982 Anayasası'nın bugüne kadar bir kaçı çok kapsamlı olmak üzere 19 değişikliğe tabi tutulması ve toplumsal kabulden uzak olmasıdır.
Anayasa Neyi Sembolize Eder?
Anayasanın hukuksal boyutuyla ilgili yukarıdaki arka plan dikkate alındığında akademik çevreler başta olmak üzere anayasanın hukuksal bir belge olarak üstlendiği işleve odaklanılırken onun toplumsal değerler, toplumsal değişim, toplumsal kimlik, demokratik ilkeler, adalet, vb. unsurları sembolize eden bir metin olması çok da gündeme gelmemektedir. Anayasanın politik boyutunun aynı zamanda onu sembolize eden değerlerin kaynağı olduğu unutulmamalıdır. Örneğin bir anayasa ait olduğu toplumun değerlerini ve hedeflerini ortaya koyarak onları somutlaştırabilmelidir. Hukuk tarafından sınırları çizilen politik sahayı biçimlendirirken, toplumsal değişim ve dönüşüm talepleri gündeme geldiğinde ihtiyaç duyulan imkanları ve araçları sunabilmelidir.
Anayasanın hukuksal ve politik boyutlarının birbirini tamamlayıp besleyeceği de unutulmamalıdır. Hukuk, politik olanın sınırlarını çizerken, politik olan ise hukuksal boyutun toplumsal gerçekliklere ve ihtiyaçlara uyum sağlayabilmesine hizmet etmektedir. Bir anayasanın değiştirilmesi teknik-hukuki bir mesele iken bunun zamanını belirleyen politik boyutla iç içe geçmiş talepler ve ihtiyaçlardır. Ama söz konusu iç içeliğin en önemli sonucu hukuksal meşruiyetin toplumsal bir kabul ile sağlanabilmesidir. Çünkü bugüne kadar yapıldığı gibi hukuki meşruiyetin tek ve başlıca kaynak olarak görülmesi, anayasayı toplumun dışında ve gerisinde bırakan bir sonuç üretmiştir. Toplumun "gerçek" değerlerinin anayasada temsili, anayasanın hukuksal etkisinin güçlenmesine de katkı sağlayacaktır.
Bugün için Türkiye Cumhuriyeti'nin yeni yüzyılına damgasını vuracak ve dünya demokrasi ve insan hakları tarihinde yer edinecek bir demokratik anayasa yapım süreci için güçlü bir motivasyon mevcuttur. Cumhuriyetimizin geçmiş yüzyılının tecrübeleri, bu motivasyonu daha da güçlendirmekte ve yol göstermektedir. Burada demokratik siyasi aktörlere önemli roller düşmekte: Toplumdan aldıkları güçle, kapsayıcı ve katılımcı bir yaklaşımla bu sürecin başlatılmasını bir zorunluluk olarak görmeliler. Çünkü uzlaşmayı esas alan ve toplumun değerlerine saygılı bu yeni anayasa, sadece gelecek nesillere karşı bir sorumluluk değil, aynı zamanda geçmişte bu ülke için mücadele eden ve hatta hayatlarını feda eden nesillere karşı da bir vefa borcu olarak da görülmelidir.
Yeni anayasa yapım süreci Cumhuriyetimizin ikinci asrının başında Türkiye'nin demokratik ilerlemesini somut bir şekilde gösteren bir dönüm noktası olabilir. Yeni anayasa, tüm vatandaşların haklarına saygılı, herkesin sesini duyuran ve toplumsal çeşitliliği kucaklayan bir yapıya sahip olmalı. Bu, sadece Türkiye'nin iç dinamikleri için değil, aynı zamanda uluslararası alanda Türkiye'nin demokrasi ve insan haklarına olan bağlılığını gösteren bir simge olacaktır. Böylece Türkiye'nin yeni yüzyılı, daha kapsayıcı bir toplumun temelleri üzerine inşa edilecektir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin yeni yüzyılını şekillendirecek bu süreç, sadece hukuksal bir yeniden yapılanma değil, aynı zamanda derin politik ve toplumsal bir dönüşümü de ifade edecektir. Anayasayı sembolleştirecek olan bu bütünleşmenin sağlanabilmesidir. Hem geçmişin tecrübelerinden ders alarak hem de geleceğe yönelik umut ve hedefleri somutlaştırarak, Türkiye'nin demokratik değerlerini ve insan haklarına olan bağlılığını güçlendirecek bir fırsat kapısı aralanmıştır. Bunun başarılabilmesinin yolu ise yeni anayasanın sadece hukuki bir metin olarak değil, aynı zamanda toplumsal değerlerimizle, özgürlük, eşitlik ve adalet gibi temel evrensel değerleri birlikte sembolize eden politik bir belge olarak tasarlanmasından geçmektedir.
(Bu yazı, Kriter Dergisi'nin 84. Sayısında 'Yeni Yüzyıla Yeni Anayasa ile..' başlığı ile yayınlanan yazının gözden geçirilmiş ve kısaltılmış halidir.)