İnsanlık tarihinden söz ederken aslında aynı zamanda mütemadiyen değişen şeylerle, pek değişmeyen şeyler arasında kurulan bir dengeden de söz ediyoruz. İnsanlık, tarih boyunca çeşitli dönemlerden geçerek bugüne ulaşmıştır. Tarih içerisinde insanların yaşam biçiminde teknoloji kullanımına ve diğer faktörlere bağlı olarak pek çok değişiklik vücuda gelmiştir. Fakat değişmeyen ya da pek az değişip her defasında yeni kılıklara bürünerek hayatiyetlerini sürdüren duygu durumları da mevcuttur. Özellikle sevgi, acı, nefret, hırs, kıskançlık, bencillik gibi birçok duygu ve bu duygulara dayanan eylem halleri kendilerini bulundukları döneme uyarlayarak varlıklarını muhafaza etmiştir.
Özünde kıskançlık, çekememezlik ve hırsın yattığı bahse konu duygu ve düşünce kümesine dayanan eylem ve oluşumların dini duyguları ve kutsal değerleri suiistimal etmesi İslam tarihinin ilk dönemlerinden itibaren farklı örneklerini gördüğümüz bir patolojidir. Peygamber Efendimiz (SAV) döneminde yaşanan Mescid-i Dirar olayı, günümüzde dinin Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) tarafından nasıl istismar edildiğinin anlaşılması açısından önem taşımaktadır.
Sözlükte 'zarar vermek, muhalefet etmek, sıkıntı vermek' anlamlarına gelen 'dırar' kelimesi mescit kelimesiyle birlikte Kuran-ı Kerim'de "mesciden dıraren" şeklinde geçmektedir. Tevbe suresinde münafıkların yaptığı bu mescitten bahsedilmektedir.
Dırar Mescidi'nin hikâyesi
Hz. Muhammed'in (SAV) dini ve siyasi otoritesinin tüm Arabistan'ı etkisi altına almaya başladığı bir zamanda, muhaliflerden Ebu Amir ve Medine'deki bir takım münafıklar ile müşrikler, peygamberin otoritesini sarsmak ve Müslümanları Medine'den çıkarmak için bir takım arayışlar içine girmiş, bu arayışlarının neticesinde de bir örgütlenme yeri olarak Kuba'da Dırar Mescidi'ni inşa etmişlerdir.
Ebu Amir, Hıristiyanlığı seçmişti ve kendi toplumuna peygamber olma beklentisi içindeydi. Bu yüzden Peygamber efendimize (SAV) büyük bir kin ve öfke duymaktaydı. Medine'deki muhalefetin başını ise Ebu Amir'in halasının oğlu Abdullah bin Ubeyy b. Selul çekmekteydi. O da Bedir Savaşı'ndan sonra Müslüman olduğu halde Peygamberin liderliğini bir türlü içine sindirememişti.
Resul-i Ekrem'in "Ebu Amir el-Fasık" olarak adlandırdığı Ebu Amir, Bedir Savaşı'na müşriklerle beraber katılmış, Uhud Savaşı esnasında müşriklerin yanında yer almıştı. Medineli hemşerilerini Müslümanlara karşı yanına çekmek için çok uğraşmış ancak başarılı olamamıştı. Mekke'nin fethinden sonra Taif'e sığınmış, Taif seferinin ardından Suriye'ye geçmişti. Giderken münafıklara işlerini görüşebilecekleri bir mescit yapmalarını ve aynı zamanda silahlanmalarını tavsiye etmiş, hatta bunu örgütlemişti. Kendisi Bizans'tan asker ve yardım getirip Müslümanları Medine'den çıkarmak için çalışacaktı.
Mescid-i Dırar fitne çıkarmak maksadıyla ve bu motivasyonla inşa edildi. İnşa süreci tamamlandıktan sonra sıra yapıya meşruiyet kazandırmaya gelmişti. Kuba'da zaten peygamber tarafından yapılmış bir mescid varken, başka bir mescidin daha kabul görmesi zor olduğundan açılışı bizzat peygambere yaptırmak istediler.
Zararlı Mescid'in sonu
Hz.Muhammed (SAV) Tebük yolunda iken, Ziyevan (Zuevan) köyünde, münafık ve müşriklerden oluşan beş kişilik bir heyet gelerek; "Ey Allah'ın Elçisi! Biz hastalar ve Kuba mescidine gelemeyenler için özellikle yağmurlu ve kış gecelerinde toplu ibadet edecek olan inançlıların namaz kılmaları için bir mescit bina ettik. Sel geldiği zaman, vadi Kuba mescidi cemaati ile aramıza engel oluyor. Teşrif edip burada namaz kılmanızı istiyoruz" dediler.
Hz. Peygamber bu davete; "Şimdi Tebük seferinin hazırlıkları ile uğraşıyorum. Seferden dönüp gelecek olursak ve Allah da dilerse, yanınıza gelir, onun içinde size namaz kıldırırız" şeklinde karşılık verdi.
Peygamber Efendimiz Tebük'te 20 gün kadar kaldıktan sonra ashabın ileri gelenleriyle durumu değerlendirerek geri dönmeye karar verdi. 630 yılının Aralık ayının sonunda Ramazanın ilk günlerinde Medine'ye ulaştı. Tebük seferiyle Bizans'a meydan okunmuş ve muzaffer olunmuştu. Mescid-i Dırar'ı karargah yapan bu muhalifler Bizans'ın kazanacağına ve Hz. Peygamber'in başında olduğu ordunun yok olacağına öylesine inanmışlardı ki, harp neticelenmeden Abdullah bin Ubeyy b. Selul'u kral olarak ilan etmişlerdi.
Tebük dönüşünde, Hazreti Peygambere aşağıdaki ayetler indi.
"Bir de Müslümanlara zarar vermek, kâfirlik etmek ve Müslümanların arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Resul'üne karşı savaş açmış olanı beklemek için mescid yapanlar var. 'İyilikten başka bir maksadımız yoktu' diye yemin de edecekler. Fakat bunların kesinlikle yalancı olduklarına Allah şahittir." (Tevbe 9/107).
"O mescit içinde sen kesinlikle namaza durma. Ta ilk gününde temeli takva üzerine kurulan mescit elbette içinde namaz kılmana daha layıktır. Onun içinde günahlarından arınmayı seven kişiler vardır. Allah da arınmış, ak pak olmuş olanları sever." (Tevbe 9/108)
"O halde binasını Allah korkusu ve Allah rızası üzerine kurmuş olan mı hayırlıdır, yoksa binasını yıkılmak üzere olan bir uçurumun kenarına kurup da onunla birlikte cehenneme yuvarlanan mı daha hayırlı? Allah, zalimler güruhunu hidayete erdirmez." (Tevbe 9/109).
"Onların kurmuş oldukları bu türlü binalar, kalpleri parça parça olmadıkça, kalplerinde bir nifak düğümü olup kalacaktır. Allah, alîmdir, hakîmdir." (Tevbe 9/110).
Hz. Peygamber Tebük dönüşü akşam ile yatsı vakti arası yanına çağırdıklarına şöyle buyurdu; "Halkı zalim olan şu mescide gidiniz, yıkınız, yakınız." Hz. Peygamberin verdiği emir üzerine "Zararlı Mescid" yıkıldı.
Günümüzle benzerlikler
Mescid-i Dırar hadisesi her yönüyle ders çıkarmamız gereken önemli bir tarihi hadisedir.
İslamiyet'in ilk dönemlerinde, Peygamber henüz hayattayken bile münafık ve kafirlerin onun aracılığı ile bütün insanlığa indirilen dini ve inananlarını ortadan kaldırmak için, kendilerini yine o dinin hüküm ve kurumlarını kullanmak zorunda hissetmelerinde önemli dersler vardır. Günümüzde yaşanan olaylarda da benzer metotlar kullanılmaktadır. FETÖ bunun bir örneğidir.
Öncesinde uzun yıllar 'cemaat' olarak adlandırılan ve 15 Temmuz Darbe Girişimi'yle silahlı bir terör örgütü olduğu tescillenen FETÖ'nün geçmişten bugüne yapılanması, örgütlenmesi ve silahlanması ile ilgili benzerlikler Mescid-i Dırar hadisesinin bugünün gereklerine göre şekillendirilmiş bir versiyonu gibidir. Mescid-i Dırar hadisesi FETÖ'yü anlamak ve anlatmak konusunda bize yol gösterici olabilir.
FETÖ Mescid-i Dırar örneğinde olduğu gibi inançla ilgili alana öncelik vermiştir. Devletin eğitim alanında çok geride ve yetersiz olduğu bir dönemde İslami hassasiyetleri kullanıp okul ve pansiyonlar inşa etmiş, himmet yoluyla sermaye birikimine başlamış, bu okul ve pansiyonların velileriyle başlayan ve gittikçe genişleyen etki alanıyla sosyal sermayesini güçlendirmiş, daha sonra kitlesel güç elde edebilmek için medya yatırımları yapmıştır. Toplumdaki ekonomik ve sosyal hemen hemen her alana paralel bir yapılanma oluşturmuş, oluşturduğu sosyal ağla tacir, tüccar ve esnafları bu halkaya dahil ederek Türkiye ekonomisinin kaynaklarını yurt dışına aktarmış, yargı, güvenlik, mülki idare bürokrasisi başta olmak üzere üst düzey bürokrasiye sızarak Türkiye'nin stratejik insan kaynağı konumlandırmalarına kendi yandaşlarını yerleştirerek, yurt içi ve yurt dışı farkı gözetmeksizin her kesimle tematik ilişki kurabilecek örgütlenme becerisine sahip, gündemi, toplumu ve siyaseti kontrol altında tutabilecek piramit bir yapılanma olarak FETÖ günümüzün çarpıcı bir gerçeğidir.
Mescid-i Dırar bir mekân olarak var olmaktaydı ama günümüzün zaman-mekân ötesi değişim kargaşası içerisinde Mescid-i Dırar'ı inşa edenlerin taşıdığı zihniyetin aynısıyla FETÖ okullar ve pansiyonlar yapmış ve bu pansiyonlara silah biriktirmek yerine insan kaynağını geliştirmiş, geliştirdiği insan kaynağı ile birlikte Silahlı Kuvvetler'in içine sızarak ağır silah, harp aracı ve mühimmat tedarikini devşirdiği bu insan kaynağı üzerinden sağlamıştır. Tarihi olayların benzerliği üzerinden gidildiğinde aynı zamanda profesyonel bir hile, hülle ve takiyye organizasyonu olan FETÖ yapılanmasını günümüzde Cemaat-i Dırar (Zararlı Cemaat) olarak tanımlamak ve adlandırmak mümkün olabilecektir.
Cemaat dinamiğinin istismarı
Yol ve yöntemleri farklı olsa da aynı şeytani damardan beslenen iki tarihi vaka karşılaştırılmaktadır. Aynı zamanda bir mekânsal örgütlenme vakası da olan Mescid-i Dırar'ın inşa edilmesiyle, inşa ettikleri mekânların yanı sıra etkili bir insan kaynağı örgütlenmesine dayanan FETÖ'nün ana dokusunu oluşturan cemaat geçmişinin bir vaka olarak "Cemaat-i Dırar" olarak adlandırılması ve tarihe not düşülmesi önemlidir. Zira dinimizi ve kutsal değerlerimizi istismar etmek suretiyle toplumu bölmeye ve dağıtmaya çalışan bir örgüt ile karşı karşıyayız. FETÖ'nün sadece 15 Temmuz Darbe Girişimini gerçekleştiren bir örgütlenme değil, yıllara uzanan bir geçmişle stratejik bir kurgu olduğu ve bunu yaparken de esas motivasyonun cemaat dinamiğinin istismarı olduğu doğru bir şekilde topluma ve dış kamuoyuna anlatılmalıdır.
"Zararlı Cemaat"ın kavramsallaştırılması ve uluslararası akademik literatüre kazandırılması bu yapının yıllar içinde oluşturduğu etki çevresinin ve küresel etkinliğinin azaltılmasına katkı sunacağı düşünülmektedir. Bugün İslam adına hareket ettiğini söyleyen ve şuursuz bir cihat anlayışıyla dünyadaki İslam algısına zarar veren DEAŞ ile FETÖ arasında zihniyet olarak fark bulunmamaktadır. Ancak her ikisinin de İslam'a zarar vermedeki yol ve yöntemleri farklıdır. İslam'a ve Müslümanlara zarar verme yolunda DEAŞ "sert gücü" (hard power) temsil ederken, Cemaat-i Dırar yani FETÖ "yumuşak gücü" (soft power) temsil etmektedir. Dolayısı ile bu hadiseler çıkarcıların, bozguncuların ve teröristlerin dinimizi istismar ederek nasıl kullandıklarını ve neler yapabileceklerini göstermesi bakımından önemlidir. Bu nedenle din ve dinin kutsal değerlerinin ve kurumlarının istismar edilebileceğinin dikkate alınması ve buna hiçbir surette izin verilmemesi gerekmektedir.
FETÖ'nün lideri olan Fetullah Gülen'in de dönemin müşrikleri ve münafıklarından bir farkı bulunmamaktadır. Geçmişte Ebu Amir'in, Abdullah bin Ubeyy b. Selul'un karşılığı ne ise Fetullah Gülen'in günümüzdeki karşılığı da odur. Bölgemizde ve içimizde örgütlenen terör örgütlerinin ortak hedefi Türkiye'dir. İçeriden ve dışarıdan bir kuşatma harekâtına tabi tutulmak istenen Türkiye, 15 Temmuz'da Sayın Cumhurbaşkanımızın çağrısı ile şanlı bir direniş gerçekleştirmiştir. Bu direnişin şanlı tarihimizdeki yeri ve önemi tartışmasızdır. Ancak önemli bir ayağı halen yurt dışında olan ve yurt dışındaki küresel karar vericileri Türkiye ve Cumhurbaşkanımız aleyhine etki altına almak isteyen Cemaat-i Dırar ve FETÖ yapılanmalarını birlikte ve ayrı ayrı ele alarak dünya ölçeğinde rasyonel bir çalışma yürütülmelidir.