20 Ocak 2013'te ortaya çıkan işkence, infaz ve katliam fotoğrafları, Esed rejiminin üç yıldır Suriye'de yaptıklarının sadece cüzi bir kısmının görülmesini sağladı. Fotoğrafların bizlere söylediği en çarpıcı şey, bu katliamların sadece Esed rejimi tarafından yapılmadığı gerçeğidir. Mart 2011'de iyiden iyiye ortaya çıkan isyan karşısında Baas rejimi bir yıl içinde hem meşruiyetini hem de Suriye genelinde iktidarını kaybetti. Son iki yıl boyunca Suriye direnişi, bir azınlık rejimi olan Esed yönetimini kollayan güçlerden başkasıyla savaşmıyordu. Baas rejimi hızla Suriye dışından aktörler adına vekaleten savaş yürüten bir unsura dönüşmüştü. 2012-2013 boyunca Esed yönetiminin vekaleten sürdürdüğü savaşı derinleştirirken, katliamlarını da artırdığına şahitlik ettik. Baas rejiminin hâlâ sahneyi terk etmemesinin altında da bu katliamlar yatmaktaydı.
Bugün, dünyada, Esed rejiminin katliamlarını yaparak ayakta kalmayacak hiç bir rejim bulunmamaktadır. Bu bağlamda Baas apolojetiklerinin ukalaca sordukları 'Esed niçin hâlâ ayakta?' sorusu hiç bir zaman bir meraktan kaynaklanmadı. Esed'in niye yıkılmadığını herkes gibi onlar da biliyordu. Dün Baas katliamlarına duyarsızlık sergiledikleri gibi bugün de ortaya çıkan fotoğraflara gözlerini kapatıp jeopolitik analizlerini tutarlı hale getirmeye gayret ediyorlar. Esed'in niye hâlâ ayakta kaldığının delili ortaya çıkan fotoğraflardır. Bu fotoğraflardaki katliamları yapabilmek için Baas rejimi olmak yeterli değildir. Tıpkı dün Miloseviç'in ırkçı, Sisi'nin darbeci ya da İsrail'in Siyonist olduğu için benzer zulümleri yapabilmiş olmamaları gibi. Esed'in ve benzerlerinin katliamları yapabilmesi için iki şey gereklidir. Birincisi bu katliamları sistematik bir şekilde devam ettirebilmesi için finans, silah ve hatta savaşacak lejyoner desteği lazımdı. Rusya krizin başından beri Baas yönetimine Çeçenistan tecrübesini örnek göstererek önce finans desteği ardından da silah desteği sağladı. İran ise Irak'ta kaosu derinleştirme tecrübesini Esed yönetimine yol haritası olarak sunarak, finans ve silah desteğinin yanında Hizbullah'ı bir lejyoner aktör olarak sahaya sürdü. Maliki benzer destekleri vermekle kalmadı, Esed'e hayat öpücüğü olan İŞİD'in oluşması için elinden gelen desteği verdi. Bu çabasında, Davos'ta 'Suriye'de teröristlerden' bahseden İran yönetiminin katkısı da etkili oldu.
İkincisi ise yaşanan katliamlar karşısında Esed rejiminin uluslararası diplomatik boyutta korunmasıydı. Rusya BMGK'yi kilitleyerek bu rolünü oynadı. Amerikan yönetimi ve batılı ülkeler ise derin bir pasifizm içinde bu role destek oldular. Obama'nın kimyasal silah kullanımı 'kırmızı çizgimiz' demesinden tam bir yıl sonra 21 Ağustos 2013'te, Esed kimyasal silahlarla binlerce sivili katletti. Obama yönetimi 'kırmızı çizgimiz' sözüne sahip çıkmak bir yana neredeyse günlük değişen politikasıyla Suriye krizini bir kimyasal silahsızlanma sorununa, muhalefetin meşru direnişini ise bir El-Kaide sorununa dönüştürdü. 2013 boyunca Suriye sorununun hiç bir yerinde neredeyse zikredilmeyen Esed rejimi ise katliamlarına devam etti. İşte ortaya çıkan fotoğrafların arka planı bundan ibarettir.
Ne yapılmalı?
Bu noktadan sonra katliama dur denilmezse sadece zaten felç olmuş olan BMGK meşruiyetini tamamen kaybetmeyecek, fotoğrafların oluşmasına dolaylı katkı veren aktörler de sorumluluktan kurtulamayacaklar. Dolayısı ile katliamın oluşmasında doğrudan ve dolaylı paydaş olan aktörlerin de Lahey'de ve kamu vicdanında Esed'le birlikte sorumlu tutulması gerekmektedir. Suriye'de ortaya çıkan fecaatle ancak Lahey'de yüzleşme baskısı 'paydaşları' katliamları durdurma hususunda harekete geçirebilir. Aksi takdirde Suriyelilerin kanı üzerinden 'Batı ile pazarlık' yapan İran'ın ve 'bilek güreşi' yapan Rusya'nın pozisyon değiştirmesi mümkün değildir.
Doğrudur, Esed hâlâ Suriye'de ve sıkışmış bir bölgede kendince bir iktidar alanına sahiptir. Rusya, İran, Maliki ve Hizbullah'ın doğrudan; Amerika'nın ise dolaylı desteğine rağmen Esed'in muhalefeti ve Suriye direnişini bastıramadığı da ortadadır. Esed'in ayakta kalmış olmasının bir jeopolitik veya siyasi başarı olduğunu, Suriye'de yaşanan ve Kamboçya sahnelerini andıran görüntülerin ise bir doğal afet olduğunu düşünen akılla muhatap olmanın bir anlamı bulunmuyor. Aynı şekilde üç yıl önce başlayan müzakere süreçlerinde Arap Birliği, Annan ve Brahimi planlarını kabul etmesine rağmen hiç bir adım atmayan Baas rejimi ile 'siyasi çözüm' zemini de çoktan ortadan kalkmıştır. Suriye krizinin en başında ısrarla dile getirdiğimiz 'siyasi müdahale' bugün için de geçerlidir. Uluslararası siyasi müdahale Baas'a değil adlarına vekalet savaşı sürdürdüğü aktörler(l)e yapılmalıdır. Siyasi müdahaleyi, uluslararası veya bölgesel bir barış gücünün süreci teminat altına almak adına gündeme alınması izlemelidir.