AK Parti'nin iktidara geldiği 2002 Kasım ayından bu yana Türkiye'nin dış politikasını değerlendirmek, on yıllar sonra Türk dış politikasının en velut dönemini konuşmak anlamına gelmektedir. Hatta denilebilir ki modern Türkiye siyasetinin dış politikaya dair en haraketli dönemi AK Parti'nin ilk on yılına sığmayı başarmıştır. Bu durumun oluşması iki dinamikle mümkün oldu. Birincisi hem Türkiye etrafında yaşanan derin siyasi kırılmalar hem de tıkanmış bölgesel ve küresel sistemin sismik değişim emareleri memleketin AK Partili yıllarına denk geldi. İkincisi ise iktidarına bir dış politika kriziyle merhaba diyen AK Parti'nin; hem ilk ciddi iktidar adımını dış politika üzerinden atması hem de ilk dönem dış politika imtihanlarından (Irak ve AB) başarılı bir şekilde çıkmasıdır.
AK Parti iktidarının hangi küresel, bölgesel ve ulusal siyasi atmosfere doğduğunu hatırlamakta fayda var. Erdoğan hükümeti, 11 Eylül saldırıları sonrası küresel bir siyasi dalgalanmanın oluşturduğu atmosferde iktidara geldi. Mezkur siyasi atmosferin bir ayağı Türkiye'nin henüz içinden çıktığı küresel 28 Şubat ekseniyse; diğer ayağı Afganistan'ın işgal edilmesiyle neocon maceranın yarattığı ve nerede duracağı belli olmayan 'şer ekseni' siyasetiydi. Bölgesel olarak Filistin'de Şaron'un şahsında billurlaşan İsrail saldırganlığının oluşturduğu kırılgan yapı ile Irak'ın işgali için gün sayılmasının yarattığı siyasi gerilim bulunmaktaydı. Ulusal boyutta ise 1990'ların siyasi, ekonomik ve sosyal anlamda tam bir felakete dönüşen dönemi ardından de facto 'iflas bayrağını' çeken umutsuz Türkiye tablosu bulunmaktaydı.
AK Parti, yukarıdaki üç dinamiği vücuda getiren aktörler tarafından 'meşru kabul edilmek' bir yana, en genel anlamda mücadele ettikleri siyasi iradeyi temsil ediyordu. Bugünlerde karara bağlanan Balyoz davasının ses kayıtlarında dile getirilen AK Parti iktidarı tarifi, kabaca bu iddiamızı teyit etmeye yeterli olacaktır. Benzer şekilde Balyoz darbe girişimin zamanlaması ve içeriği de AK Parti iktidarının nasıl bir eksenle karşılaştığını görmek açısından yeterlidir. Özellikle, AK Parti iktidarının ilk aylarında, Irak'ın işgali için gün sayılırken, 1997 darbesinin önde gelen isimlerinin, Türkiye'nin burnunun dibindeki güvenlik risklerini bir tarafa bırakarak, 28 Şubat ruhu ve 11 Eylül siyasal aklı ile darbe hazırlığı yapması, meselenin dramatik boyutunu görmek için yeterlidir.
Irak işgali, AK Parti açısından elini taşın altına koymak zorunda olduğu ekonomik ve siyasi sorunlardan önce nasıl bir hükümet olacağının işaretlerini vereceği ilk imtihandı. AK Parti, inişli çıkışlı bir süreçle de olsa, iç ve dış aktörler nezdinde 'sorunlar' yaşayan bir iktidar olarak Irak işgali sürecini yönetti. Burada hatırlanması gereken önemli bir nokta, Türk müesses nizamının uzunca bir süre, bir iradenin gelip kaldırması için 'Irak cenazesine' sadece bakmakla yetinmesi olmuştur. Ne asker ne sivil bürokrasi ne de cumhurbaşkanı Irak konusunda açık bir tavır alamamıştır. Bu tavırsızlık ve politikasızlık çiçeği burnunda iktidara da açık bir şekilde yansımıştır. Süreç, mahiyetinden bağımsız olarak, Türkiye'nin Irak işgaline ortak olmamasıyla sonuçlandı.
Bu netice ortaya çıkarken AK Parti "Irak`a Komşu Ülkeler" girişimi başlatarak Türk dış politikasında uzun yıllar sonra bir ilke imza attı. Mezkûr girişimin neticesinde ortaya çıkan ruh; daha sonraları dış politikanın farklı kriz anlarındaki ana damarlarından birisine dönüştü. AK Parti ilerleyen yıllarda Türk müesses nizamı tarafından 'bulaşılmaması' başlığı altında değerlendirilen dış politika sorunlarının tamamında benzer bir aktivizm gösterdi. Irak'ın işgalinden Kıbrıs'ta ezberbozan adımlara, AB sürecinden Ermenistan girişimine, Filistin sorunundan İsrail saldırganlıklarına, Hamas'ın seçimleri kazanmasından Arap isyanlarına, İran nükleer meselesinden Suriye krizine kadar aktif bir dış politika dalgasına şahitlik ettik.
Türkiye AK Parti yıllarında iç normalleşmesini hitama erdirmiş bir ülke olsaydı AK Partili yılları sadece bir 'dış politika iktidarı' olarak isimlendirmek bile mümkün olurdu. Irak işgali imtihanıyla iktidara gelen AK Parti bugün de bir dış politika meselesi üzerinden Türkiye'nin en zorlu imtihanına tabidir. Türkiye, Suriye meselesinde gerek bölgesinde gerekse de küresel anlamda Esed rejiminin kaderini ve Suriye'nin geleceğini belirlemede ana aktöre dönüşmüş durumdadır. Türkiye on yıl zarfında, Irak işgali sırasında 'Komşu Ülkeler Konferansını' tertip eden ülkeden 'Suriye muhalefetine ev sahipliği yapan' bölgesel güce evrildi. Aradaki siyasal fark Türk dış politikasının AK Parti yıllarında yaşadığı 'kuvveden fiile' dönüşüme işaret etmektedir. AK Parti, yeni dönemde, ortaya çıkan 'fiili dış politika' hallerini yönetecek kapasite artırımına girdiği ölçüde dış politika imtihanlarına güçlü bir şekilde girecektir. Irak işgali sürecinde karar alma mekanizmalarını faal hale getiren, Kıbrıs adımlarıyla pragmatizmini yeniden kazanan, Davos'la asırlık politik psikolojisini tedavi eden ve Suriye ile kurucu rolüne yeniden kavuşan Türkiye; yeni dönemde dış politika sorunlarına müdahil olma çıtasının Suriye yoğunluğunda olacağını fark etmeli ve hazırlığını buna göre yapmalıdır.