Suriye'de aylardır yaşanan olayların baş müsebbibi olan Beşar Esed yönetiminin halini bir metaforla özetlemek gerekseydi, şu söylenebilirdi: Düştüğü çukurdan çıkması için kendisine Türkiye tarafından uzatılan ipi boynuna geçiren lider! Baas rejimi, son 5-6 yıldır Türkiye'nin Batılı izolasyon politikalarını kırmak için yaptığı yatırımları mahvetmekle kalmadı, Suriye'yi de geri dönülmez bir noktaya götürdü. Gelinen nokta, Baas rejiminin katliam makinesi 'Şebbihalar' gibi bir hayalete dönüşmesine yol açtı. Şimdi bütün bölge, bu şer hayaletinin sebep olacağı muhtemel riskler ve kırılmaların endişesine duçar olmuş durumda. Karşımızda varlığından değil, zulmünden dolayı bölgeye sıçrayacak kötülüklerden güç devşiren bir rejim bulunmaktadır.
Türkiye'nin Suriye politikasının son 5-6 yılda nasıl geliştiği ortadadır. On yıl önce savaşın eşiğine geldiği bir ülkeyi, en fazla izolasyonun uygulanmaya çalışıldığı dönemde, komşularla sıfır sorun perspektifi içinde Batılı müdahaleden koruyan Türk dış politikası bugün zorlu bir imtihanla karşı karşıya. Bu imtihanın jeopolitik tartışması detaylıca ele alınması gereken bir konu. Suriye örneğinde, bölgesel ve uluslar arası denklemlerin bir diğer yüzü de, yaşanan sıcak sorunun oluşturduğu ilginç eksen kaymaları ve yeni müttefikler. Suriye bu yeni saflaşmalar açısından oldukça trajik bir turnusol kâğıdına dönüşmüş durumda.
Öncelikle, bugünlerde Suriye üzerinden yaşanan tartışmaların önemli bir dinamiği olan ve 2003'te ABD işgaline uğrayan Irak'a bakmak gerekiyor. Bugünkü Irak yönetiminin aktörlerinin neredeyse tamamı bundan sekiz yıl önce, Suriye muhalefetinin pozisyonundaydı. Hatta Suriye muhalefetiyle mukayese edildiğinde, açıktan ABD işgalini en ateşli bir şekilde talep etmelerinden dolayı, bugünlerde Suriye için sık sık dile getirilen 'dış mihrak' tehdidini aleni bir şekilde hayata geçmesi için uğraşıyorlardı. İşgal sonrası, Suriye Baas rejimini suikastlarla, Irak'ın iç işlerine karışmakla suçlayan da yine bugünkü yönetimdi. Bütün siyasal söylemini Baas katliamlarından -haklı olarak- devşiren Irak yönetimi, 2011 itibariyle yanı başındaki akraba Baas yönetiminin destekçisi iki Arap ülkesinden biri oluverdi.
Benzer bir şekilde, yıllarca Baas rejimiyle bölgenin en kanlı savaşını vermiş olan İran ve İslam devrimi, ikinci Hama imtihanından da geçemedi. İran, Suriye'nin geldiği noktadan sonra pozisyon değiştirse bile; bundan sonra bölgesel meşruiyetinin uzun bir süre sorgulanmasından kurtulamayacak. Suriye Baas rejiminin bekasının 'ulusal çıkarlarına' uygun olduğunu ilan eden İran; vekalet hatları üzerinden bölgesel bir güç olmaya çalışmanın maliyetiyle yüzleşmek zorunda kalacak. İran'ın yakın zamanda Suriye muhalefetiyle de görüştüğüne dair medyaya yansıyan haberler de, İran'ın geri dönülmesi zor bir yola girdikten sonra 'son çıkış' araması çabasından başka bir şey değil. Oysa Ortadoğu denkleminde yapılmayacak iki hatadan birisi ABD işgallerine bel bağlamak ise diğeri Baasçılık üzerinden siyasi derinlik inşası olsa gerek.
Suriye üzerinden bir diğer eksen kayması da devlet dışı aktörler üzerinden yaşanmaktadır. 'Direniş ekseni' olarak da adlandırılan Hizbullah ve Hamas gibi örgütler oldukça ciddi bir sınavdan geçmektedirler. Azınlıkların, ya da birbirine galebe çalması kolay olmayan aktörlerin gerilimi ve çatışması üzerinden var olan Lübnan'daki Hizbullah; İsrail'le savaşmasının sağladığı meşruiyeti Suriye üzerinden kaybetmenin eşiğine gelmiş durumda. Hamas aynı trajik sorunla karşı karşıya olmasa da, Suriye makasından çıkmanın yollarını çoktan arar konuma gelmiş bulunuyor. Bunca yıldır İsrail'in mezkûr aktörlere veremediği zararı, Baas yönetiminin bir kaç ay içinde vermesi 'direniş ekseninin' adaletle imtihanı olarak tarihe geçecek.
Camp David düzeninin beyni addedilen Mısır'ın devrim sonrasında durmasıyla birlikte, kollarının işlevsiz hale geleceği de aşikardı. Bu kollardan birisi olan Suriye, İsrail açısından da hayati öneme haiz.
Mısır devrimine Suudi Arabistan'la birlikte açıktan karşı çıkan İsrail; zayıfla(tıl)mış bir Baas rejimi hesaplarının Baassız bir Suriye ile boşa çıkarılacağını görmektedir. Tıpkı Camp David düzeninin ömrünün 'Mübareksiz bir Mübarekizm' ile uzatılma ihtimalinin her geçen gün imkânsızlaştığını görmesi gibi.
Direniş eksenini savaştığı düşmanıyla, dünün mazlumlarını bugünün zalimleriyle, İslam devrimini Baasçılıkla, İslamcılığı Ulusalcılıkla, Kemalizmi İran'la aynı eksene toplayan Suriye, bölgesel siyasal tarihimizin en ilginç dönemlerinden birisinin yaşanmasına vesile oluyor. Yaşananların jeopolitik analizinin ayrıca yapılması gerektiğini bir kenara not ederek, Türkiye'nin pozisyonunu anlamak için önemli bir uyarıya ihtiyaç var. Türkiye'ye dair analizleri ABD veya Batı üzerinden yapanlar son tahlilde bir Türkiye analizi yapmış olmuyorlar. Özünde bir tercüme faaliyetine denk gelen, Batılı Türkiye algısının ve hesaplarının Türkçe olarak üretmekten ileri gitmeleri mümkün değil. Bu nevi analizlerin tamamı Irak işgali, Suriye-İsrail arabuluculuğu ve İsrail'in Lübnan'a ve Gazze'ye saldırısı sırasında yeterince yapıldı. Mezkûr analizlerin tamamı boşa çıktı.
2003'te Türkiye'yi Irak'a sokanlar, 2006'da Lübnan'a saldıran İsrail'le işbirliğine tutuşturanlar yanıldılar. Bugünlerde de, Suriye muhalefetinin naif aktörlerinden bile aceleci davranıp Türkiye'ye Suriye'yi işgal ettirenler, Sünni dünyanın lideri yaptıranlar ya da İran'la savaşa sokanlar benzer bir tutum içindeler. Irak üzerinden yaşanan bölgesel, etnik, sekteryen ve siyasi kırılmalara rağmen; İran'la ilişkileri tarihi zirvesine çıkaran, Lübnan'da vazgeçilmez bir aktöre dönüşen, Batı ile Arap Baharının arzuladığı onurlu bir ilişkiyi tesis eden, İsrail'e hesap soran bir Türkiye gerçeğini göz ardı ediyorlar. Türkiye güçlenen bir ülke olarak Suriye imtihanında belli kapasite eksiklerinden dolayı ciddi sorunlar yaşayabilir. Lakin mazlum Suriye halkının acısını paylaştığı sürece sorunun diğer aktörlerinin içine düştüğü meşruiyet krizinden uzak kalmış olur. Tarih bize meşruiyetten daha kıymetli bir varlığın olmadığını defalarca gösterdi.