Birleşmiş Milletler nüfus verileri incelendiğinde mevcut hızlı kentleşme sürecinin devam etmesi durumunda 2050 yılına geldiğimizde kentte yaşayan insanların oranının yüzde 68'i bulacağı tahmin ediliyor. 2030 gibi nispeten yakın bir tarihte nüfusu 10 milyonu aşan mega kentlerin sayısının 31'den 41'e yükselmesi öngörülüyor. Yeni mega kentlerin tamamının güney yarım kürede gelişecek olması ise tesadüf değil. Aslında bu veriler önemli bir nüfus değişimine işaret ediyor.
Yüzümüzü Türkiye'ye döndüğümüzde, 1927 yılında ülke nüfusunun yüzde 75'i kırsal kesimde yaşarken sadece yüzde 24'ü il ve ilçe merkezlerinde ikamet ediyordu. Cumhuriyetin 100. yılında artık Türkiye'de nüfusun yüzde 94'ü bir belediye sınırları içinde yaşıyor. Kentsel nüfusun yüzde 70'i ise 30 büyükşehir belediyesinde yerleşik durumdadır. TÜİK verilerine göre, 2050 yılında Türkiye'de nüfusun 100 milyonu geçmesi bekleniyor.
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki kır-kent nüfus dağılımları ile karşılaştırıldığında ne kadar büyük bir demografik dönüşümün yaşandığı daha net anlaşılıyor. Elbette bu büyük dönüşüm Türkiye'de kentlerde gecekondulaşma, çevre kirliliği, istihdam sorunları, altyapı yetersizlikleri ve yoksulluk gibi onlarca problemi günümüze taşıdı.
Bugün küresel iklim krizi olarak adlandırılan yeni bir meydan okuma ile karşı karşıyayız. Hızlı nüfus artışının getirdiği zorluklar başta olmak üzere kapitalist sistemin ürettiği anomaliler, tüketim kültürü, artan çevre kirliliği, savaşlar ve asimetrik güç ilişkilerine bağlı olarak küresel barış ve adaletin her geçen gün kan kaybetmesi gibi gelişmeler bizi iklim krizi ile baş başa bırakıyor. Tüm bu gelişmeler dünyanın dört bir tarafında kuraklık, aşırı hava olayları, sel ve su baskınları, düzensiz göç, gıda ve enerji güvenliği gibi birçok sorunla hükümetleri ve kent yönetimlerini karşı karşıya bırakıyor.
İklim krizi ve ona bağlı ortaya çıkan toplumsal, ekonomik ve çevresel değişimlere yönelik kamu politikalarının birkaç temel özelliğini ortaya koymak gerekir. İklim krizi yerel ve bölgesel boyutları olan küresel bir sorundur. Bu nedenle devletlerin veya yerel yönetimlerin müstakil müdahaleleri ile çözülmesi neredeyse imkansızdır. Çok katmanlı yönetişim modeline uygun olarak yerel, bölgesel ve ulus üstü aktörlerin ortak bir zeminde uzlaşı ile hareket etmesini zorunlu kılıyor. Ayrıca kamu, özel ve sivil toplum olmak üzere sektörler arası işbirliğini de gerektiriyor. Hatta yine bu çerçevede, örneğin farklı ülkelerin belediyeleri arasında yatay işbirliği mekanizmaları da geliştiriliyor. 2008 yılında Avrupa Komisyonu tarafından başlatılan İklim ve Enerji İçin Belediye Başkanları Anlaşması dünya belediyeleri arası yatay yönetişim mekanizması için örnek gösterilebilir.
Bu çerçevede 2015 yılında imzaya açılan Paris Anlaşması üzerinde durmak gerekir. Anlaşmayı imzalayan ülkeler sera gazı emisyonlarını azaltmak için gerçekleştirecekleri eylemleri beş yıllık periyotlarla planlıyor, somut adımlar atmayı vaat ediyor. Türkiye, Paris Anlaşmasını onaylamadan önce, birtakım politikaları ve uygulamaları hayata geçirmişti. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan İklim Değişikliği Uyum Stratejisi ve Eylem Planı 2011-2023 hedeflerini içerecek şekilde hazırlandı ve yürürlüğe girdi. 2017 yılından itibaren sıfır atık politikası geliştirildi ve tüm kurum ve kuruluşlarda uygulanmaya başlandı. Seçilen dört pilot şehirde yerel uyum stratejisi ve eylem planları hazırlandı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yapılan açıklamanın ardından Paris Anlaşması, Ekim 2021 tarihinde onaylandı ve 2053 net sıfır emisyon hedefi açıklandı. Aynı dönemde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın ismi Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı olarak değiştirildi ve teşkilatlanması yeniden yapılandırıldı. 2024-2028 dönemini kapsayan 12. Kalkınma Planı iklim değişimini küresel bir risk olarak değerlendirip birçok başlık altında izlenecek politikaları, amaçları ve somut hedefleri ortaya koyuyor. Sadece "iklim" kavramının metinde 100'ün üzerinde zikredilmesi bu konuya ne kadar önem verildiğini göstermeye yeterlidir.
Ülke olarak en sıcak gündemimiz olan yerel seçimler açısından konuya bakıldığında hem seçim öncesi hem de seçimlerin ardından şehirlerin en önemli gündem maddelerinden birisinin iklim krizi ve beraberinde ortaya çıkan çevresel, toplumsal ve ekonomik sorunlarla mücadelenin olacağı söylenebilir. Örneğin, yakın zamanda açıklanan AK Parti yerel seçim beyannamesinde iklim değişimine uyum, dirençli kentler, yeşil dönüşüm, sürdürülebilir kentler, enerjisini doğadan alan kentler, sıfır atık uyumlu kentler ön plana çıkan yaklaşım ve stratejiler arasında yer alıyor. AK Parti gerçek belediyecilik vizyonu ile iklim kriziyle mücadelede güncel yaklaşımları yerel seçim beyannamesine dahil ederek bu bağlamdaki ulusal ve yerel politikaların sürekliliğini de ifade etmiş olmaktadır. Beyanname metninde "yeşil" 70 kez, "sürdürülebilirlik" 68 kez, "iklim" 57 kez, "sıfır atık" ise 27 kez kullanılmaktadır. Söz konusu kavram setlerinin sosyal yardımlardan afet yönetimine, ulaşımdan çevre yönetimine kadar yerel yönetimlerin farklı hizmet alanlarında geçtiğinin de altını çizmek gerekir. Belirtmek gerekir ki muhalefet partilerinin yerel seçimler için bir seçim beyannamesi geleneğinin olmaması partiler arasında karşılaştırma yapmaya maalesef imkân vermiyor.
Sonuç olarak belirtmek gerekir ki gerek gelişmiş gerek gelişmekte olan ülkeler açısından bakıldığında 21. yüzyıl şehirlerinin karşı karşıya kaldığı en önemli meydan okumaların başında iklim krizi geliyor. İklim krizi sorununun büyüklüğü, ivediliği ve mahiyeti bakımından yerel ve bölgesel düzeyde farklı sektörlerde yer alan kurum ve kuruluşların işbirliği içinde çalışmasını, hükümetlerin ve uluslararası kuruluşların ortak gündem etrafında somut politikaları hayata geçirmesini gerektiren çözülmesi zaman alacak, çetrefilli bir kamusal problemdir. Türkiye'de son yıllarda iklim krizi ve ona bağlı çevresel sorunlara yönelik somut adımlar atılıyor, mevzuat düzenlemeleri yapılıyor ve bu minvaldeki bilimsel araştırmalara her geçen gün daha fazla kaynak ayrılıyor. Yerel seçimler sonrasında da gündemin üst sıralarında yer almaya devam edeceği anlaşılıyor. Bu nedenle, 2024 yılı ve sonrasını kapsayacak şekilde ulusal iklim uyum stratejisi ve eylem planının güncellenmesi, yerel yönetimler ve diğer kurum ve kuruluşlar için yeni yol haritasının ortaya koyulması önem arz ediyor.